Paylaş
Princeton
Şeffaflaşan dünya, tarihi de şeffaflaşmaya zorluyor.
Tarihle barışmanın, tarih bilinci yaratmanın önemi de burada. Çağdaşlaşmanın bir boyutu teknolojiye hakimiyetse, diğer bir boyutu da tarihi özgürce yorumlayacak kadar özgüvene sahip olabilmek.
Modernite, parlak tarihçilerin yol göstericiliğine muhtaç kesinlikle.
Amerika'nın önde gelen üniversitelerinden Princeton'daki Osmanlı tarihi kürsüsünde tarihçilerle görüşürken edindiğim izlenim bu. Soğuk Savaş sonrasının bu çok özel dönemecinde, ‘bugünü dünle’ irtibatlandırmanın gereği her zamankinden daha önemli.
Princeton Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Şükrü Hanioğlu bu gerçeğin bir cephesini, ‘Osmanlı’nın 19. yüzyılı bir etnisite tarihidir. Bu bağlamda en güçlü toplumsal hafızası olması gereken ülke Türkiye. Ama tarih yönünden kaskatı duruyor. Tarih bilincinin yaratılmasından korkuyor sanki' diye açıklıyor.
Bugünün siyasi ve sosyal olaylarını yorumlamada tarihten başka bir laboratuvar olabilir mi? Cumhuriyet'i camiyle karşı karşıya getirmemenin hassas denklemi de tarih bilincinde gizli. Türkiye'nin Avrupa'ya yönelen rotasını belirlemenin ince ayarı da tarihin ciddiyetinden ve de ayrıntılarından alıyor soluğunu.
Aynı üniversitenin Osmanlı tarihçilerinden Prof. Bernard Lewis, bir sohbet sırasında, ‘Amerika’nın Pennsylvania eyaletinin kurucusu William Penn 17. yüzyılda, Avrupa için bir Ortak Pazar fikri ortaya atmıştı. Buna Osmanlı'nın da dahil edilmesini önermişti' diyor.
Bu önerinin amacı Avrupa'daki savaşları önlemekti tabii ki.
Ve 17. yüzyıl 20. yüzyıla bağlanıyor.
Ortak Pazarı doğuran Roma Antlaşması, Batı ittifakının savunma örgütü NATO 20. yüzyılın tarihini şekillendiriyor. Türkiye NATO'ya giriyor ama Avrupalılığı hep tartışılıyor.
Bu hassas tartışmayı Bernard Lewis bir örnekle anlatıyor; Türkiye'nin NATO'ya yeni katıldığı yıllar. Bir İngiliz general, Türk muhataplarıyla konuşurken ısrarla, ‘Türkiye’den, Ortadoğu ülkesi' diye söz ediyor. Türkiye'nin, bu şekilde Ortadoğu coğrafyasına yerleştirilmesi Türk subaylarını kızdırınca, İngiliz general, ‘Doğru, dünyanın bu bölgesindeki tek Avrupa ülkesi’ diyor.
Tarih bilinci yaratmak ve tarihle barışmak, yeni bir yüzyıla girerken üzerinde özenle durulması gereken çok taze konular.
Bu nedenle de ülkelerin en parlak öğrencilerini yönlendirmesi gereken alanlardan birisi de tarih hiç kuşkusuz.
Batı'da, tarihe olan ilgi hızla artıyor. Amerika'nın kısa tarihinin öğrenciler arasında muazzam bir ilgi gördüğünü öğreniyorum burada.
Bugün Fransa, 2. dünya savaşının hasır edilmiş gerçekleriyle yüzleşirken tarihçiliği keşfediyor. Dosyaların yok edildiği, arşivlerin mühürlendiği bu ülkede tarihle buluşmanın sancılı fakat zıplatıcı gerçekçiliği yaşanıyor.
‘Tarihçi ne bir savcı ne de geçmişin paparazzisidir’ diyor, Fransız tarihçi Vidal- Naquet.
Bu tanım her ülke için geçerli. Savcılık ve paparazzilik yapmadan tarihi yorumlamak. Geçmişin sıkıntılarını bugüne taşımamanın tek yolu bu değil mi?
Paylaş