Paylaş
ŞOK ve ardından ilk soru. Cumhurbaşkanı adayını tanıyor musun?
Soru ‘‘sorunu’’ içeriyor aslında.
Türkiye'de önemli kurumların başına atanan pek çok bürokrat gibi Sezer hakkında da yeterince bilgi sahibi değiliz. Böyle bir gelenek gelişmemiş. Ne soruya tahammül var, ne de soru sorana.
Oysa gelişmiş demokrasilerde yurttaşlık ‘‘etiği’’, atanan üst düzey bürokratlar hakkında bilgi edinme hakkını da içerir.
* * *
Başbakan Ecevit, üç genel başkanın bir isim üzerinde anlaşamadıklarını, Batı'da böyle durumlarda en yüksek yargı organının başkanı üzerinde mutabakat sağlandığını söylüyor.
Doğru, hukuk düzeninde Anayasa Mahkemesi Başkanı, cumhurbaşkanı olmak için gerekli niteliklere sahiptir. Anayasa Mahkemesi Başkanı hukuk düzeninin güvencesidir. Ama Batı'da bu makamlara gelmek son derece ciddi nitelikleri ve ‘‘sınanmışlığı’’ gerektirir. Bu sınavların sonucu tartışılmayacak kadar nettir, açıktır.
Örneğin, Amerika'da cumhurbaşkanının önerdiği Anayasa Mahkemesi Başkan adayı, Senato ve Temsilciler Meclisi'nin önünde ahret sorularına muhatap olduktan sonra koltuğa oturur. AB ülkelerinde, Anayasa Mahkemesi Başkanı kamuoyunun hiç tanımadığı bir özel ‘‘kişi değildir’’.
Köklü demokrasilerde ‘‘atanmışların gücü’’, niteliklerinin ve kişiliklerinin ‘‘sınanmışlığından’’ kaynaklanır.
* * *
Bürokrasinin en üst kademesine gelen ekonomi bürokratı ya da yargı mensubu ne kadar bağımsızdır?
Mesleki nitelikleri nelerdir?
Ne kadar serveti vardır?
Kiminle görüşür? Ne yer, ne içer?
Ne kadar vergi verir?
Görevi sona erdiğinde servetinin değerinde bir değişiklik olmuş mudur vs...
Bu soruların yanıtları meşruiyetin garanti belgesidir. Aslında o makamları işgal edecek olan insanlara güç katacağı için çok önemlidir, çok değerlidir.
Ben, Sayın Sezer'i tanımıyorum. Gözlediğim kadarıyla kendisini tanıyanların sayısı da çok fazla değil. Tanımadığım bir kişinin niteliklerini tartışacak değilim. Burada bir ilkeyi, modern demokrasilerde geçerli olan bir teamülü vurgulamak istiyorum.
Türkiye'deki refleksler bir tek ekonomi bürokrasisinin nabız atışlarıyla meşgul. Bu yakın ilgi de ‘‘niteliklerin sınanması’’ değil, kim hangi çıkar grubunu kolluyor şeklindeki bir ‘‘pazarlama zihniyetinin’’ ürünü aslında. Saçma sapan ‘‘ödüllerle’’ yüceltilen bazı insanlar ve de ‘‘devalüe’’ edilen makamlar vs...
Soru sorulmayan ortamların olağan standartsızlığı.
Dünyanın her yerinde bir Hazine Müsteşarı, Anayasa Mahkemesi Başkanı'ndan daha çok tanınır. Ama hiçbir ciddi demokraside, Anayasa Mahkemesi Başkanı, kamuoyunun bu kadar yabancısı değildir.
Kimse gücenmesin ama beş kişinin cumhurbaşkanlığına aday gösterdiği Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın kim olduğunu medyadan öğrenmeye başlayacağız.
Siyaset ve bürokrasi şeffaflıktan kaçınca, medya da böyle güçleniyor.
* * *
Bundan sonra hodri meydan. Soru sorma geleneği gelişmediğine göre oyun ‘‘itham, iftira, eleştiri, aşırı hayranlık vs.’’ diye sürüp gider.
O noktada artık kim neyi, kime fısıldarsa. Ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış araştırmadan!
Bazen infaz şeklinde, bazen gereğinden fazla göklere çıkartılarak, vazgeçilmezler yaratılarak.
O üçüncü dünyaya özgü ‘‘karalama ve pohpohlamalarla’’. Objektif kriterlerin iptaliyle.
Oysa bir bürokratın daha göreve başlarken temel soruların muhatabı olması gerekmez mi?
Hukuk toplumu, ‘‘hukuk devletinin kurumlarına’’ sahip çıkan bireylerden oluşur.
Bu kurumlara sahip çıkmak, o kurumların ‘‘zirvesini’’ tanımakla başlar.
Hele o zirve, ‘‘zirvelerin zirvesine’’ aday gösteriliyorsa.
Tanımadığı kişiyi bağrına basan bir toplumun ne kadar bezdirilmiş olduğunu bundan daha iyi açıklayan örnek olur mu?
Paylaş