Paylaş
Zaman zaman ‘yanlış cemaate mi konuşuyoruz’, duygusuna kapılıyorum.
Doğru'ları iptal ettirilmiş bir toplumda sürdürdüğümüz parantez hayatların yarattığı boğuculuğu hissettikçe.
24 Temmuz'un haftasıydı geçtiğimiz yedi gün.
Adı ‘sansürün kaldırışı’ olan 24 Temmuz basın bayramının haftasında, sanki gizli bir el tarafından biraraya getirilmiş olaylara baktım.
Hafta başı, Oral Çalışlar'ın duruşması vardı.
Hukuken, siyaseten, ahlâken ne açıdan olursa olsun nedenini anlayamadığım bir davayı izlemek için Beşiktaş'taydık. Yaptığı röportaj nedeniyle bölücükle suçlanıp hapishanenin yolu gösterilen gazeteci o gün o saatte Oral'dı.
Yarın kim olacak?
Mahkeme yerinde ve duruşmanın beklendiği saatlerde sık sık Ragıp Duran anıldı. Hafta içinde hapishanede kendisini ziyaret edecekler aracılığıyla Ragıp'a selam gönderildi.
O'nun da hapislik hali 24 Temmuz'un bir ay öncesine denk geldi.
Basında sansürün kaldırılışının 90. yıldönümüydü 24 Temmuz. Gizli elin kurgusu bir denkleşmeyi daha gerçekleştirdi o gün, Kanal D'nin ekranı karartılmıştı.
Ve de ilginçtir aynı haftaya sığıştı, çete üyelerine özgürlük, gazeteciye hapishaneyi lâyik gören genel af tartışması.
Değer dağıtmak yerine rant dağıtan bir düzende ve de bu düzenin demokrasi anlayışında, çok sık sorduğum ‘Yanlış cemaate mi konuşuyoruz’ saptamasındaki saflığı bağışlamak gerekir.
Bu sorunun saflığı kendi içinde ‘Başka bir cemaat var’ romantizmini de barındırıyor.
Görülüyor ki Devletin son kuruşu, son tapusu tükeninceye kadar demokrasi talebi de bir komik fantezi olarak kalacak sanki. Bu sütunu izleyenlerin, ‘Başka bir cemaat var, ya da elbet başka bir cemaat olacak’a inanan o fantezistler olduğunu düşünüyorum.
Bu ülkeyi, birinci lige adaylıktan istifa ettirenlerin talan, kırışma düzeni belli bir zenginlik yaratsa da uygarlık yaratamayacağına göre gene tek yol mücadele yolu.
Tek soru nasıl etkili olunur sorusu.
Ve de tek yol pes etmeme yolu.
1975'te yazdığı bir şiir için, dönemin Güney Afrika başbakanı Balthazar John Vorster'dan mahkemede özür dilemek zorunda bırakılan Breyten Breytenbach'in, ‘Sansür bir utanç eylemidir’ dediğini Yasemin Çongar'ın bir yazısında okumuştum...
Şair şöyle devam ediyordu:
‘Sansüre boyun eğmek, yazarın ölümüdür.
Dahili bir ataerkillik gibi içinize kök salar. Kendi kendinizi iğdiş edersiniz. İktidar simsarlarının düşünce kısıtlamalarına teslim olduğunuz anda, oyunun bir parçasısınız siz de, günü kazanan onlardır’.
Evet, 24 Temmuz bir bayram değil...Sadece hüzünlü günlerden biriydi.
* * *
24 Temmuz akşamı anlamlıydı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin Dolmabahçe Sarayı'nda düzenlediği toplantıya Başbakan, kendisini bir saat beklektikten sonra gelmedi. Harp Akademileri'ndeymiş.
Gündeminde, özgürlük, demokrasi, ülkeyi birinci lige taşıma gibi endişeleri bulunmayan bir başbakanın aramıza gelmemesini ben yadırgamadım.
Hükümet adına, basından sorumlu Devlet Bakanı Cavit Kavak konuştu. Bahçedeki yaklaşık bin kişinin konuşmaya gösterdiği ilgi, kararlı olamayan iktidarların uçuşan sözlerini kimsenin ciddiye almadığının en iyi işaretiydi bence. Aynı dakikalarda Gazeteciler Meclisi'nden dört yüz genç gazeteci İstanbul sokaklarında ellerinde öldürülen meslekdaşlarının fotograflarıyla yürüyorlardı.
Türk insanının çağdaşlaşma talepleri var...Bu talepleri yakalayıp yaratıcı siyasi kararlara dönüştüremeyenlerin siyaseten demodelikleri de tahammül edilir gibi değil!
Paylaş