Zeynep Atikkan: Siyasi iradenin önemi

Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

Helsinki öncesinde Türkiye'ye soğukkanlılık hakim. Çığırtkanlık yapılmıyor. Olayın ciddiyetiyle orantılı bir tavır sergileniyor.

Bu akort Helsinki sonrasının yönetimi açısından da önemli.

Bugünkü aşamada duygu yüklü yaklaşımlardan uzak durmak kaydıyla Helsinki'yle ilgili şu saptamaları yapmak mümkün:

Türkiye'de AB'ye entegrasyon konusunda ‘toplumsal bir iradenin’ varlığı her zaman mevcuttu. AB'yle bütünleşmenin ne anlama geldiği tam bilinmemekle birlikte bu, Türkiye'nin çağdaş dünya ile aynı uygarlık dilini konuşma isteğinin bir işaretiydi. Toplumun geniş kesimi tarafından hep böyle algılandı.

Bugünkü ‘siyasi irade’de AB normlarını kabul etme noktasında geçmiş yönetimlere göre çok daha ciddi bir yaklaşım içinde.

AB ile entegrasyon siyaseti bir reklam filmine, reyting malzemesine dönüşmüyor. Dönüştürülmüyor.

Başbakan Bülent Ecevit, 70'lerde Türkiye-Avrupa ilişkilerini dondurarak yol açtığı yirmi beş yıllık gecikmenin sonuçlarını kavramış gibi. AB dosyasını, Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile birlikte ustalıkla yönetiyor.

Artık açıkça görülüyor ki Lüksemburg sonrasında Türkiye'nin sergilediği kararlı tutum Helsinki yolunun açılmasında önemli bir etken oldu. Tabii bu arada, Helsinki'yi belirleyen çok sayıda dinamik de devreye girdi.

Temkinliliği elden bırakmadan tekrarlıyalım. Helsinki'nin ne getireceği henüz belli değil. Çok sayıda spekülasyon ortada dolaşıyor. Şimdilik ortadaki tek gerçek, Türkiye'nin Lüksemburg kararlarıyla Avrupa mimarisinden tamamen dışlanmasından sonra yeniden adaylığının görüşüldüğü bir sürecin içinde olmamız.

Gelen bilgiler Türkiye'ye adaylık statüsünün tanınması ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor. Bu noktada önemli olan ‘adaylığın koşulsuz olarak’ diğer adaylarla eşit şartlarda ortaya konması. Yani AB'nin Türkiye'ye adaylık satüsünü verirken ‘kendi kurallarına sadık kalması’. Ayırımcılık hatasına bir kere daha düşmemesi.

Lüksemburg'tan bu yana özellikle Balkanlar'da yaşanan gelişmeler sorunların birlikte çözüme ulaşma şansının çok daha büyük olduğunu gösterdi. Kosova'daki vahşetten sonra kimsenin başka bir gezegende yaşar gibi çıkıp ‘Sorunlarınızı çözün de gelin’ deme lüksü olmamalı.

Tabii bunun anlamı ‘Uluslararası konjonktür değişti, AB Türkiye’ye muhtaç oldu' gibi bir ucuz yaklaşım da olamaz.

Türkiye'de Avrupa normlarını küçümsemeyen insanların inatçı mücadelesiyle Helsinki aşamasındayız.

AB'nin karar odakları bu gerçeği iyi okumak durumundalar. Bu nedenle sonuç bildirgesinin üslûbu, mantığı ve de felsefesi son derece önemli. Sonuç bildirgesindeki zarafet eksikliğinin kollektif hasara yol açma ihtimali çok büyük. Bu nedele Helsinki, temiz bir doğumla genişlemenin yeni tanımını yapabilmeli.

Türkiye'nin de içinde yer alacağı bir Avrupa Birliği, Dünya'nın yeniden şekillenmesinde çok farklı bir iddiaya sahip olacak. Bu o kadar çok yazılıp çizildi ki! Bu gerçek tescil edildikten sonra Türkiye taze kan olarak AB bünyesinde yer almalı. Başta kamu yönetimi reformu olmak üzere derin dönüşümleri yaparak.

AB'ye, Körfez depreminde varlığını gösteren Türkiye'nin taze kanı dinamizm katacak.

Susurluk'un simgelediği zehirli olanı değil!

Yazarın Tüm Yazıları