Paylaş
1997'de siyasi partilere kızanların sayısı az değildi. Ama bu öfke derin bir çaresizliğe dönüşmemişti.
1998 geldi geçti.
Öfkenin yerini umutsuzluk ve çaresizlik aldı.
1998'de en çok ‘Kime oy vereceksin' sorusuyla karşı karşıya geldik. Bu sorunun siyasi terminolojideki adı ‘temsil krizi'dir. Temsil krizi bugün hükümet çalışmalarında gözlenen garip, tutarsız ve de toplumdan dekteksiz yapıyı açıklıyor.
Mevcut siyasi sınıfın en beterlerinin tasfiye edilememeleri hatta daha da güçlenmeleri Türkiye'nin en ciddi yapısal sorununu oluşturuyor.
‘Reform istiyoruz, hukuk devletinden yanayız' diyenlerin allı pullu sözlerine kanmayalım. Reform taleplerinde samimi olanlar ülkeyi bugünlere taşıyanların tasfiyesini isteyenlerdir.
Öyle bir ses yok ortada.
O zaman sorulması gereken doğru sorular şunlar; neden talep yok? Neden olamaz? Niçin reformlar yapılamaz?
1- 1923'den 80'lere kadar Türkiye, kapalı bir ekonomi içinde yönetildi. Cumhuriyet'in ilk yıllarında idealist ve de nitelikli kadrolar suyun başındaydı.
80'lere kadar uzanan kapalı düzende sorunlar ortaya çıkmıyordu zaten talan da bu denli kurumlaşmamıştı.
2- 80'lerde ekonomi dışa açıldı. Her hikmet piyasalardan beklenir oldu. Kuralsız ve normsuz piyasa kısa sürede kaosu getirdi. Hukuksuzluğu meşrulaştırdı. Tıpkı Latin Amerika'da ve bugün Rusya'da olduğu gibi.
Bu arada 12 eylül sendikaları, dernekleri, üniversiteleri tarumar ederek toplumda örgütsüzlüğün zeminini hazırlamıştı.
3- Bu dönemin özelliği, ‘toplum için örgütsüzlük' ama ‘iş dünyası için örgütlülük' oldu.
Piyasa adı altında devletin dağıttığı rantları kapışanların bir kısmı ‘meşru örgütler' içinde ‘meşru güç odakları' oldular.
Lumpenler ise ‘gayri meşru örgütlenmeyle' mafyalaştılar, çeteleştiler.
Medyada da bu süreçte örgütlü iş dünyasının bir parçası haline geldi.
4- Türkiye'de bugün iş dünyası dışında toplumun hangi kesimi örgütlü biçiminde sesini duyurabiliyor? Baskı grubu olabiliyor? Masum bir vergi yasasını bile seksen kere budatmadılar mı?
İşçi mi, memur mu, öğrenci mi, kadın mı, bilim adamı mı, çiftçi mi, memur mu, sanatçı mı, aydın mı?
Kimse.
Sadece iş dünyası örgütlenebiliyor. Bağrından başbakan adayı çıkartabiliyor. Ve de bu örgütlü yapı daha kurulmamış bir hükümetin başarılarını sayıp dökebiliyor.
5- Temsil krizi iyi analiz edilmeli. Çünkü toplum ile bağlarını kopartmış siyasi partilerin bütün işi gücü iş dünyasıyla al takke ver külah olmak. Beş yıldızlı otellerde siyaset yapmak. İş dünyasına ve medyaya kendilerini beğendirme seanslarına katılmak. Sol partilerin bile bu yolu seçmeleri epey düşündürücü.
Bu yapı laiklik endişesiyle işçi sendikalarını da yanına alabiliyor.
6- Erez olayını bu eksende tahlil etmek gerekiyor. Toplumun tek örgütlü gücü olan iş dünyası önce Çiller'i sonra Yılmaz'ı çıkarttı şimdi de bağrından kopmuş bir figüre zemin hazırlıyor. ‘Reform, değişim' reklamlarıyla.
7- Latin Amerika'da ve bugün Rusya'da benzerlerine rastlanan bu ucube modelin Türkiye'deki tek farkı Fazilet olgusu. Fazilet, örgütsüzlerin ve de dışlanmışların umudu olma sloganıyla siyaset yapıyor.
Fazilet'e yakın olmayan dışlanmışlar ise oturup kara kara düşünüyorlar ‘Kime oy vereceğim' diye. Düzgün işleyen demokrasilerde bu orta oyununa tepki duyanların gideceği adres soldur. Ama bizdeki solun adresi merkez sağda.
Yılın son gününde daha pembe bir yazı yazmak isterdim. Ama olmadı.
Gerçek değişimi, ilkeli siyaseti ve de nitelikli siyasetçileri talep eden bir çoğunluğu var Türkiye'nin. Onların yeni yılını kutluyorum.
Paylaş