Paylaş
Ferai Tınç dünkü yazısında, Türkiye açısından, Avrupasız Avrupalı olmanın koşullarını yazmıştı. Çok yerinde saptamalardı bunlar.
Tarihi dönemece doğru artık geri saymaya başladığımız şu günlerde soruna bir de, Avrupa'nın Avrupalı olması ekseninden bakmakta yarar var.
Avrupa'nın son günlerde sergilediği tutum, Türkiye'de kendisini Avrupa'ya yakın hisseden tek bir kişi tarafından bile anlaşılmıyor.
Özellikle demokratikleşme, hukuk düzenini hakim kılma gibi temel konularda Türkiye'nin zaaflarını çok yakından bilenleri dahi şaşırtan bir tutum içinde Avrupa.
İlişkilerin geldiği sinsi çizginin özeti şu; Avrupa, Türkiye'ye yönelik politikasında, yüksek enflasyon, insan hakları sorunları, demokratikleşme vs. gibi konularda teknik olarak haklı.
Ama manevi olarak yüzde yüz haksız.
Avrupa farklılıklarla yaşamaya hazır mı?
Yeni bir dünya düzeni kurulurken çok kültürlü bir entegrasyonun harcını koyabilecek mi? Yoksa kültürel güdüklük içinde bir kapalı devrenin rehaveti içine mi hapsolacak?
Bunlar, Avrupa'nın Avrupalı olabilmesi için yanıtlaması gereken sorular.
Bu sütunda çok kez tekrarlamıştık.
İlişkileri belirleyen bugünkü sinsi çizginin arkasına saklanıp, ‘sizi istemiyoruz ama siz, kendinizi dışlanmış hissetmeyin’ şeklinde özetlenebilecek bir diplomasi cinliğini sürdürebilme olanağı artık kalmadı.
Batılılaşma yolunda, Türkiye'nin seçtiği modelin temeli 20'lerde atıldı. Bunca çalkantıya rağmen, hala ayakta duran bir model bu. Rotası, doğruluğu inkar edilemez.
Diğer tarafta, Türkiye'nin yetersiz politikacılar yüzünden birikmiş dev sorunlarının varlığı da inkar edilemeyecek başka bir gerçek. Bugün işbaşınadaki dağınık hükümetin, sorun çözmede pekçok eksiği olduğunu da biliyoruz.
Ancak bütün bu gerekçeler bile, bir entegrasyonun içeriğini ve felsefesini (eğer ciddi ise) etkileyecek kadar derin olmamalı. Derin Avrupa'nın top çevirirken gözden kaçırdığı gerçek de bu galiba.
Avrupa, somut biçimde, ‘eğer şu temel beklentileri hayata geçirirseniz, tam üyelik yolu size açık’ demediği sürece, ne yazık ki çok haklı olduğu konulardaki inandırıcılığını kaybetmekte.
Bütün medeniyetini rasyonel düşünce üzerine kurmuş olan Batı'nın bu mantığı kavraması hiç de zor olmamalı.
Zaman, entegrasyonun mimarlarını, sorunlara cepheden bakmaya zorluyor.
Türkiye'nin Avrupa'yla bütünleşmesini isteyen kesim, ülkenin eksiklerini biliyor. Bu eksiklerin giderilmesini kendi toplumu ve geleceği için istiyor.
Peki, Avrupa somut olarak ne istiyor? Bu isteklerinin yerine gelmesi halinde Avrupa yolunun açılacağı güvencesini verebiliyor mu?
Yani Bulgaristan'a ya da Romanya'ya tanınan hoşgörü, kollama ve de yumuşaklık Türkiye'ye gösterilecek mi?
Beş yılda demokrasiyi öğrendiği varsayımıyla Bulgaristan'a açılan kapılar Türkiye'ye için de aralanacak mı?
Bir entegrasyonun felsefesi... Bu noktada, sanıyorum ki Avrupa yanlış vurgular yapıyor. Türkiye sorununu, bir klasik dosya gibi ele alıyor. Türk toplumunun yaşayan, duyan bireylerden oluştuğunu unutuyor. Kırk yıldan beri komünist rejimde yetişen bir kültürü, bütün eksikliklerine rağmen demokrasi içinde yetişen bir kültüre tercih ediyor. Uluslararası entegrasyonun güçlükleri altında ezilen Avrupa, entegrasyonun en zayıf halkası diye değerlendirdiği Türkiye'yi feda etme riskini alıyor.
Ve Avrupa, konjonktürel nedenlerle, Avrupalı değerlerden uzaklaşıyor.
O konjonktür ise öylesine aldatıcı ki... Öyle değil mi?
Almanya, Balkanlar'da bir konjonktür kumarı oynadı, şimdi kimse işin içinden çıkamıyor.
Avrupa kendi tarihini anımsamalı. Çifte standart kanseri bir kere bünyeye girdi mi ortada ne entegrasyon kalır ne de beraberlik.
Paylaş