Paylaş
Purolu bakan, ANAP liderinin eşi, kardeşi, iş adamları Fransız Alpleri'nin Courchevel kayak merkezinin müdavimleriymiş. Arkadaşımız Ebru Baki'nin haberinde okudum.
Birkaç yıldan beri Türkler'in pek rağbet ettiği bir yer burası.
Neden Courchevel?
Courchevel'in bir sosyolojisi vardır. Bizimkilerin ilgisini anlamak için bu kayak merkezinin Fransa açısından ne ifade ettiğini iyi kavramak gerekiyor.
70'lerden 80'lerin başına kadar Fransız burjuvazisinin tercih ettiği bir kayak merkeziydi Courchevel. Fransız jet sosyetesinin kış tatilleri magazin basınının önemli bir malzemesiydi. Courchevel'de tatil yapıyor olmanın sağladığı statü mutlaka kart vizite yazılmalıydı.
Bir Fransız ne kadar liberal olabilirse işte o kadar liberal olabilen eski cumhurbaşkanlarından Valery Giscard d'Estaing de Courchevel'in müdavimlerindendi. Aslında D'Estaing'in soyadındaki ‘de' yani asalet göstergesine rağmen küçük burjuva zevkleri vardı. Zaten bir taraftan Courchevel'de kayak yaparken diğer taraftan da Afrikalı liderlerden elmas, pırlanta gibi hediyeler almayı ihmal etmezdi. Elmas skandalı Fransız merkez sağının aldığı derin bir yaradır.
80'lerin başında Mitterrand'nın seçimleri kazanmasıyla Fransız siyasetinde yeni bir hava esmeye başladı. Yeni statü tanımları ve de yeni gösteriş biçimleri ortaya çıktı.
O sıralarda Fransız burjuvalarının çocukları büyümüş, serpilmiş daha iyi kayak yapar hale gelmişlerdi. Courchevel'in kayak pistleri kayağını ilerletmiş Fransız burjuva çocuklarını kesmemeye başladı. Onlar daha ciddi zirvelerde slalom yapar oldular.
80'ler bütün dünyada Courchevel tarzı kayak merkezlerinin üçüncü dünya müşterisine bağrını açtığı dönemdir. 90'lardan itibaren Courchevel'in üçüncü dünyalı müdavimlerinin başını Türkler çeker oldu.
Bizim merkez sağın bazı siyasetçileri ve yakınları bu çekim alanına girivermişler. Yirmi yıllık bir rötarla. Görüldüğü gibi bu zevatın ‘demode'liğini test etmek pek zor olmuyor.
Yeni yılın ilk gününde ‘statü merakı' üzerine güzel bir dosya okudum New York Times Magazine'de.
Dergi'deki yazıya göre sınıf aidiyeti, katı, mutlak ve kişinin geçmişteki bağlarını içeriyor. Buna karşılık statü sahipliği, daha esnek, kuralsız ve geleceği' tanımlıyor.
Kısaca sınıfsallık daha Avrupalı, statü arayışı ise daha Amerikalı bir aitlik meselesi!
Kapitalist ekonomide bu durumun yorumu şöyle: Sınıfsal aidiyet kişinin net zenginliği, statü sahipliği ise hisse senedi değeri. Bunu dil kullanımıyla açıklarsak ‘telaffuz, sosyal sınıfı' belirliyor. ‘Kelime hazinesi' ise statüyü. Çünkü telaffuzu değiştirmek zor, kelime hazinesini zenginleştirmek ise mümkün.
Sıfırdan başlayanların ülkesi Amerika'da insanların zenginlik ve de statü meraklısı olmaları pek doğal gözüküyor Amerikalı sosyologlara.
Bu arada ilginç bir ayrıntı daha var yazıda, eskiden mutlak anlamda bir sınıf simgesi olan puro artık statü merakını yansıtıyor!
Günümüzde Amerikalı zenginler, kırk yaşından önce paralarını statüye tahvil etme çabasındalar. Bu, kazanılmış başarıyı ve zenginliği teşhir etme isteği diye yorumlanıyor.
Türkiye'deki durum ise biraz farklı.
Bizdeki statü merakının ne kadarı özentilik ne kadarı hakkıyla kazanılmış başarının ve servetin teşhiri? Doğru soru bu. Çünkü kulübünü tam takır hale getiren Galatasaray'ın başkanı da statücülerle berabermiş Courchevel'de.
İş dünyasının Courchevel'deki diğer müdavimlerine gelince... Ne kadarı dünya standartlarına göre kazanılmış bir başarının altına imza atmış? Ve de zenginleşip statü arayışına girmiş? Ne kadarı devlet teşvikleriyle vergi cenneti Türkiye'de elde ettiği servetle Alpler'de statü peşine düşmüş?
Hele yolsuzluktan düşürülmüş bir hükümetin bakanı ve yakın çevresi Courchevel'de ne yapıyor?
Ülkede bu kadar büyük sorunlar varken Courchevel'de statü kazanılmaz sadece üçüncü dünya yeni üyeleri olunur.
Paylaş