Paylaş
Viyana Avusturya, Avrupalılık vurguları çok belirgin bir ülke değil. Fransa, Almanya gibi Avrupa'nın siyasi mimarisinde büyük iddiası yok.
Buna rağmen, Avrupa'nın doğu sınırlarını çizen Lüksemburg kararları epey olumlu karşılanmış burada. Lüksemburg kararlarıyla Türkiye'nin Avrupa'dan tamamen ‘dışlanması’ ise ‘doğallığını’ koruyor sokaktaki adam için.
‘Türkiye için zarlar çok önceden atılmıştı’ anlamına gelen yorumlar dinledim burada. Dürüst olanlar, içi boş Avrupa Konferansı'nın tıntın öttüğünü kabul ediyorlar.
Bir toplantıda görüştüğüm Yunanlılar ise ‘Lüksemburg’ta, Avrupalılar tarafından kullanıldıklarını' iddia ediyorlar. Bu nasıl bir psikoloji ise ‘kullanılmışlık’ duygusundan hiç şikayetçi değiller.
Doğu Avrupalılar'a gelince, onlar ise şimdilik NATO üyeliğini Avrupa üyeliğinden daha çok önemser ruh halindeler.
Anlaşılan, askeri şemsiye siyasi beraberlikten daha güven veriyor onlara.
Avrupa televizyonlarında, Lüksemburg kararlarına ilişkin açık oturumları izliyorsunuz... Lüksemburg, kendi dönem başkanlığına rastgelen tarihi kararlar nedeniyle kendisine bir ‘siyasi look’ oluşturmuş. ‘Boyumuza posumuza bakmayın, biz Avrupa normlarının takipçisi ve savunucusuyuz’ demeye getiriyorlar.
Belçikalı, Fransız, Lüksemburglu parlamenterler biraraya gelmiş televizyonda tartışıyorlar. Onlara göre, ‘Avrupa, Lüksemburg kararlarıyla haritasını şekillendirdi. Herkesi Avrupa’ya aldı. Ve ‘Tabii ki’ Türkiye'yi dışarda bıraktı', diyorlar.
Nedense Türkiye ile ilgili olarak duyduğum İngilizce ve Fransızca tüm yorumlar, genelde hep ‘tabii ki’ ile başlayıp bitiyor.
Ben, Türkiye'nin dışlanmasında ‘din’ faktörünün (insan hakları ve demokratikleşme konusundaki kabul edilemez zaaflarımızı bilmekle beraber) çok büyük bir rol oynadığına inanmaya devam ediyorum.
Bu noktada Avrupa'nın, çağdaş bir entegrasyon modeline ‘din’ unsurunu bulaştırarak laikliğin miladı olan 1789'un gerisine düştüğünü de düşünüyorum.
Bu nedenle de konuşmalardaki bu ‘tabii ki’ savunmasını, Avrupa'yı ele veren ciddi bir ipucu olarak görüyorum. Ancak ‘tabii ki’yle başlayan bu ‘rahatlama hali’ son birkaç günden beri henüz dışa vurulmamış bir ‘panik’e dönüşmekte.
Bu panik, Kıbrıs konusunda Türkiye'nin sergilediği kararlı tutumdan kaynaklanıyor.
Avrupa'nın, ‘Türkiye’yi hem dışlarız, hem de içi boş Avrupa Konferansı'nı dolu gösteririz, bu arada Kıbrıs'ta da istediğimizi yaptırırız' politikasının sökmemesi, bu panik halinin başlıca nedeni.
Çünkü Avrupa, çok kararlı bir ‘ton’la Kıbrıs ile tam üyelik görüşmeleri için masaya oturmayı taahhüt etti. Türkiye de bu işin bu kadar kolay olmayacağını hissettirdi onlara.
Avrupa Birliği'nin hiçbir ortak dış politika girişimi ve başarısı yok. Bosna vahşetinin sorumluları bugün, Kıbrıs gibi karmaşık bir sorunu, ‘höt’ diyerek çözmeye çalışıyorlar. Bugünkü hassas denge ciddi siyasi çatışma işaretleri veriyor. Son günlerdeki paniğinin nedeni de bu.
Ve görülüyor ki, ‘Amerika, Avrupa’yı etkileyemez' diyen Avrupa başkentleri, Kıbrıs konusunda Amerika'nın işaretlerini yakından izlemekteler.
Türkiye'nin, Avrupa'dan kopmadan kararlı politikasını sürdürmesi çok büyük önem taşıyor. Unutmayalım Türkiye'nin 21. yüzyıl tarihi tartışılıyor şu günlerde.
‘Dönem başkanlığı İngiltere’ye geçti, onlar bizi destekler' rehavetiyle çözülecek denklemler değil bunlar.
Doğru, İngiliz politikası daha pragmatik, daha usta olacaktır.
İngiltere, yarar dengelerini çok iyi değerlendirecektir.
Bu nedenle de İngilizler'e, ‘Avrupa’nın hatasını düzeltmemesi halinde zararın ne kadar büyük olacağını anlatmak çok önemli'...
Paylaş