Paylaş
‘Pazar bir değer değil, refahı ve kaynak dağıtımını sağlamak için kullanılan bir araçtır’ diyor Fransa'nın oldukça başarılı sosyalist Başbakanı Jospin.
Böylece ‘‘piyasa ekonomisine’’ sahip çıkarken ‘‘piyasa toplumunu’’ reddediyor.
Yukarıdaki sözlerden de anlaşılacağı gibi Avrupa ‘‘solu’’, köhneliğe ve de vurgunculuğa batmış merkez sağı ‘‘sollayıp’’ yepyeni, kıvrak ve de yaratıcı fikirlerle 21. yüzyıla giriyor.
Vurguncu merkez sağ kamburunu ve ‘‘merkez sağ olmazsa olmaz’’ kompleksini aştıkları için Avrupalılar'a gıpta etmemek mümkün değil. Hele bizim merkez sağ küfesinin ağırlığını omuzlarımızda her geçen gün biraz daha çok hissettikçe.
Daha birkaç gün önce, Türkiye'deki merkez sağ denilen yapının yüzde on ikilik marjinal bir partisinin baş aktörleri ‘‘vizyondaydılar’’. 80'ler artığı bir kötü zihniyet, demodelik ve battallıkla.
O çok sevdikleri opak piyasalarla ve pazarlarla bağlantılı bir film ‘‘kendi vizyon miraslarıyla’’ ‘‘vizyona girdi’’.
Pazar işi, piyasa işi.
Sonra ne olduysa oldu, birden film kesildi.
Ve bu oyun, birisi bu köşenin yazarına yönelik olmak üzere açılan iki davayla sonuçlandı.
Bu piyasa ve pazar filmi, etik dersleriyle seslendirilmişti.
Tabii ki ‘‘etik’’ de piyasada ve pazarda devalüe ediliverdi.
* * *
Bu piyasa filmini ben, 1998 Nobel ekonomi ödülünü alan Bangladeşli Amartya Sen'in ‘‘Ekonomi, değerleri de içeren bir bilim dalıdır’’ adlı kitabını okuyarak izledim.
Sen, hem iktisatçı hem filozof.
Bangladeşli bu bilim adamı, kendisine Nobel ödülünü getiren eserlerinde ‘‘iktisadın’’ ‘‘etiğe’’ olan katkısını arıyor. Kısaca, köşedönmeciliğin, vurkaççılığın iktisadından başka işlerle uğraşıyor. Ne kadar ilginç ki bu uğraş da kendisine Nobel getiriyor.
Bangladeşli iktisatçıya göre, sosyal etik sorunlarının temelinde ekonomik nedenler bulunuyor!
Amartya Sen'e, yıllar sonra ekonomi ile etik arasında köprü kurdutmaya neden olan olay 1943 yılında Bengal'de yaşanıyor.
O yıl, Bengal'de yaklaşık üç milyon kişi açlıktan ölüyor. Sen, dokuz yaşındayken bu trajedinin bütün sahnelerine tanık oluyor. Ve de o zaman bilmediği fakat daha sonra öğrendiği bir gerçek, yukarıdaki tezi ortaya atmasına neden oluyor. Kimbilir kıtlığın devam ettiği yıllarda aslında Bengal'de yeterince yiyecek varmış!
Yiyecek varken açlıktan ölmek. Bundan daha korkunç bir etik dilemma olabilir mi?
‘‘Yiyecek var ama hükümeti harekete geçirmeye zorlayacak muhalefet ve de basın ortada yok.’’
Amartya Sen'e göre ‘‘sosyal etiğin gelişmesinde basının ve muhalefetin önemi çok büyük’’. Basın ve muhalefet, eleştiri görevlerini yerine getirerek yani negatif özgürlüklerini kullanarak toplumların ‘‘pozitif özgürlüklerinin’’ gelişmesine katkıda bulunuyorlar.
Nedir bu pozitif özgürlük? Yukarıdaki örneği ele alırsak, milyonların açlıktan ölmeme hakkı.
1999 Türkiyesi'nde açlık yok ama ciddi bir etik dilemma var. Bir tarafta büyük yokluklar, diğer tarafta rant ekonomisinden nasiplenen çıkar grupları. Pazar ekonomisinin çöktüğü yer de burası.
Bu sorunların üstesinden 80'lerin artığı bazı ANAP kadrolarının gelecebileceğine eğer inanıyorsak!
Paylaş