Paylaş
Hiç de uzağımızda değiller.
Gazetelerde okuduğumuz, mafya hesaplaşmalarının baş aktörleri ve de her boy çetenin mensupları.
Doğrudan ya da dolaylı, artık onlarla aynı mekanlardayız.
Daha bir yıl öncesine kadar çoluk çocuk yemek yediğimiz bir lokantada. Ya da izlediğimiz bir toplantının yapıldığı otelde.
İsmen tanımasak da saçtıkları pis elektrikten hissediyoruz onları.
Hiç beklemediğimiz bir anda o korkunç bakışlarla göz göze geliyoruz.
Kara ve yeni paranın sahipleriyle.
Yeraltı çağını atlayıp, yerüstünde çıktıktan sonra beş yıldızlı itibar görenler.
El üstünde tutulanlar. Çevreyi ürküterek var olanlar.
Pislikle rating sağlayanlar.
İstanbul'un ‘mutena’ mekanlarının karelerine düşen bu sıradan görüntülerden birisine önceki gün ben de tesadüfen tanık oldum.
Çok doğal sayılan bu iğrençliğin seyri şöyle:
Sakın sakin bir köşede birkaç dostla yemek yerken aniden çevrede bir hareketlenme oluyor.
Bir takım karanlık suratlı, küstah tavırlı, kendince iyi giyimli bir grup insan içeri giriyor.
Masasına yerleşiyor.
Onları yakından tanıyanların sayısı az olmamalı ki yan masalardan küçük fiskoslar başlıyor. Minik dirsek darbeleriyle işaret ediyorlar onları.
Yemek yenilen restoranın bütün dikkati onların üstünde.
Garsonlar el pençe.
Yüzlerinde riyakar bir gülümseme. Fır dönüyorlar.
Ve biraz ilerde, her türlü öldürme, temizleme aracıyla donatılmış adamlar yani korumalar, mekanı göz hapsine alıyorlar.
Kuş uçurtmamacasına, gireni çıkanı izliyorlar. Tabii siz de dahil olmak üzere o mekandaki herkesi gözaltında tutuyorlar.
Gücün böyle bir hakkı var. Yemek yerken sizi korkunç silahların ablukası altında tutmak gibi. (Yaşasın yeraltı ekonomisinin dinamizmi).
Karanlık yüzler, yiyor, içiyor, sindiriyor, iş bağlıyor (büyük ihtimalle) çıkarken gene aynı afra tafra. Tek fark, semirmenin verdiği küçük bir rahatlama.
Kapılar tutuluyor. Ön kapıya haber veriliyor. Bir koşuşma, bir hareketlilik. Kapıdaki görevli iki büklüm, kara paradan ne koparırım'ın hesabında.
Büyük gözaltı, büyük tehdit, büyük gözdağı ve de en büyük gövdegösterisiyle çıkıp gidiyorlar.
Arkada şaşkın, Türkiye'nin geleceğinden endişeli ve de ne olduğunu kimin gelip gittiğini anlayamayan insanlar bırakarak.
Bu kareler istisna olmaktan çıkıp genel manzarayı oluşturmaya başlarsa bu noktada durup ciddi biçimde düşünmek gerekiyor.
Türkiye'nin Latin Amerikalılaşması sürecine girdiğini yıllardan beri söyleyip duranları hiç de şaşırtmayan manzaralar bunlar.
Hastalığın mutlak belirtisi. Çürümenin en yalın işareti.
Uyuşturucu kaçakçılarının para karşılığı serbest bırakıldığı bir ülkede yeraltının yerüstündeki meşruiyetini bu manzaralardan daha iyi ne anlatabilir?
Biz, çoluk, çocuk, anne, baba, meslekdaş, arkadaş, dost vs. günlük yaşamın akışında böyle bir ırkla beraber olabiliyoruz artık. Aynı ortamları paylaşabiliyoruz.
İstanbul'da, birkaç yıl içinde ölen ve de canlanan semtler, kara paranın dolaştığı bu mekânlara göre belirleniyor işte.
Doku bozuluyor. Kent ölüyor.
Hani Kolombiya falan diyorlar ya...
Giderek yakınlaşmıyor muyuz?
Paylaş