Paylaş
‘Dobra dobra konuşuruz’ dediklerine hiç bakmayın.
Onların dobralıktan anladıkları sadece maçoluktur. Siyaset yapma biçimleri ise kabadayılık görüntüsü altında sadece kıvırtmaktır.
Türban konusunda yaşanan karmaşa kanımca tek bir işe yaradı. ANAP'ın maskesini düşürdü.
Bu olay, ANAP'ın din ve vicdan özgürlüğü diyerek oy topladıktan sonra konjontüre göre esnek ya da daha katı laiklik tanımları yapma alışkanlığını bir kere daha su üstüne çıkarttı.
Sanırım, üniversitelerde yaşanmakta olan türban meselesi, merkez sağın artık açıkça tartışması gereken bir kimlik meselesidir.
Merkez sağın bu tartışmayı, seçim öncesinde köy kahvelerinde ucuz kasaba politikasıyla sürdürme olanağı kalmamıştır.
Merkez sağda politika yapanların bu ülkenin masum çoğunluğunu aptal yerine koyma alışkanlığının çarpıcı sonucu, yüzde on beşlere düşen oy oranlarıdır.
Bu da ‘yeter’ demenin en açık biçimidir.
Yirmibirinci yüzyıla girerken Türkiye'nin tartıştığı şu kılık kıyafet meselesinin serüvenine bakın.
Cumhuriyet Gazetesi'nde cumartesi günü yayınlanan habere göre Başbakan Yılmaz, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu'nu telefonla
arıyor.
‘Genelgeyi çekin’ diyor.
Prof. Kemal Alemdaroğlu da Kılık Kıyafet Yönetmeliği'ne aykırı giyinen öğrencilerin okula girmesini yasaklayan genelgeyi, Başbakan Mesut Yılmaz'la görüştükten sonra geri çekiyor. Yani itaat ediyor.
Bu noktada önce üniversitelerin özerkliğini yok eden YÖK'ü bir kez daha kutlamak gerekli. Başbakan emriyle kararından dönen Rektör'e de başarılar dilemek gerekli. Bu, işin bir cephesi.
Kılık kıyafet işi Hükümetin önemli bir gündemi olmalı ki Irak krizi, havlayan enflasyon vs. demeden durmadan genelgeler yayınlanıyor kılık kıyafet konusunda.
Önceki gün benim de elime bir kılık kıyafet genelgesi geçti. 4 Şubat 1998 tarihinde yayınlanmış. Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenmiş. Altında Sayın Mesut Yılmaz'ın imzasını bulunuyor.
Genelge, kamu kuruluşlarında çalışan personelin devlet memuruna yakışır kılık kıyafette olmasını hatırlatıyor.
Kamu kuruluşları için böyle bir uygulmanın olmasını tartışmıyoruz. Buna benzer örnekler dünyanın her ülkesinde vardır.
Ancak ilginç olan şu; Başbakan'ın kamu kuruluşlarına gönderdiği genelgeye 1982 yılında Bülend Ulusu hükümetinin çıkarttığı ‘Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personelin kılık ve kıyafetine dair yönetmelik’ de ekleniyor.
Bu yönetmelik, kadın ve erkeklerin kılık kıyafetini belirlerken görev mahalinde baş daima açık, saçlar, düzgün taranmış, tırnaklar normal kesilmiş vs. maddelerini içeriyor. Öncelikle başörtüyü yasaklayan bir yönetmelik.
Genelgeler, yönetmelikler, Başbakan'ın müdaheleleri vs. derken merkez sağda ‘din ve vicdan özgürlüğü’ diye siyaset yapıp sonra çeşitli baskılar altında kıvırtanların dramı son derece ilginç bence.
Başbakan Yılmaz, kamu kuruluşları için yayanladığı genelgeye 12 eylül yönetmeliğini ekleyip ‘ben muhafazakar gibi düşünürüm ama böyle bir genelge var’ demek istiyor. ‘Benim sorumluluğum değil’ demeye getiriyor.
İktidar olmanın çok uzağındaki bu hükümet, hiçbir konuda pozisyon belirleyemediği gibi böylesine çok boyutlu bir konuda kıvırtmayı tercih ediyor.
Öğrenci olayları büyüyüp partisi kaynamaya başlayınca da Rektör'ü arayıp, ‘emirler veriyor’. Tabii, partideki kaynamanın da ne kadarı samimi ne kadarı seçim yatırım o da belli değil.
Türkiye'de merkez sağ denilen garip organizmanın hali içler acısı değil mi?
Paylaş