Paylaş
SIFIR veriyle, sıfır bilgiyle analiz etmek durumundasınız. Satırların arasından sızan birkaç ipucuyla. Ne kadar doğru, ne kadar gerçek sorusuyla. Hep buz üstünde dans etmeye çalışarak. İnsanlara ve kurumlara olan güven kaybının o korkunç bedbinliğiyle.
Son günlerde yaşananların, işitilenlerin hiçbiri rastlantı değil. Bildiğimiz tek gerçek de bu zaten. Gazeteci olarak itirafı çok zor ama bir gerçek.
Bir toplum, böylesine kesif bir sisin içinde soluyabilir mi?
Herkesin çenesi düşmüş, her kafadan bir ses çıkıyor. Sis sirenleri birbirine karışıyor. Asker, sivil, çürümüşlüğün devam edemeyeceğini görenler, çürümüşlüğün devamı için direnenler, samimi Avrupacılar, Avrupa karşıtları, konjonktür ahlakçıları, demokratları, Avrupacıları vs. Bütün bu ‘‘sis güzellerinin’’ katılımıyla geçen hafta yaşanan ‘‘düğme’’ krizi, aslında dört başı mamur bir Türkiye belgeseliydi. Bu nedenle ‘‘düğme krizinde’’ taraf olmak, bir o kadar dört başı mamur saçmalıktı.
* * *
Sisin, kısa zamanda ortadan kalkma ihtimali olmadığına göre ne oluyor, nereye gidiliyor sorularının anlamı yok. Bu yöndeki dedikodular da kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Çürümüşlük düzenlerinin kuralı büyük ‘‘güvensizlik’’tir. Ortaya atılan ‘‘düğme sohbetleri’’, ‘‘birtakım güçler’’ şeklindeki bulanık adresler ve de göndermeler sadece bu güven bunalımını artırıyor işte. Bu kargaşa ortamında görüşlerini açık şekilde ifade eden bir Cumhurbaşkanı'nın, neden toplum tarafından bu kadar benimsenmiş olduğu şaşırtıcı olmamalı!
Sis ortamında görüş mesafesi sıfır. Köy görünmese de belli ilkelerden hareketle bazı sonuçları tahmin etmek zor değil:
- Türkiye'deki ‘‘çürümüşlüğün’’ artık sürdürülemez boyutlara vardığı ortada. Yani pek çok Orta ve Doğu Avrupa ülkesinden aşağı kalır tarafımız yok. AB'ye tam üyelik perspektifi verilen bu ülkelerin çürümüşlükle mücadele etmeleri, bizden daha kolay görünüyor. AB'yle olan ilişkilerimizin geldiği nokta göz önüne alınırsa, Türkiye bu mücadeleyi tek başına sürdürmek zorunda. Bu da kolay bir iş değil.
- Yıllardır pislikler örtüle örtüle bu noktaya gelinmiş. Devlet içindeki namuslu ve yetenekli insanlar hep bu amaçla görevden alınmış. Bütün ‘‘düzeltme mekanizmaları’’ bilinçli şekilde iptal edilmiş. Olay kesinlikle basit ve bireysel bir ‘‘voli’’ işi değil. Ve olup bitenler medyanın, muhalefetin ve başta iş dünyası olmak üzere ilgili kurumların gözüne hiç batmamış. Herkes yiyip içmiş. Bir güzel sindirmiş.
- Onlar sindirmiş ama ülke de kan kaybından dolayı hayati tehlikeyle karşı karşıya gelmiş. Bu çürümüşlük düzeninde üretim yapmak bile çok zorlaşıyor. Sadece enerji alanındaki yolsuzluklar, ülkenin yirmi yıllık geleceğini bağlıyor. Ve son günlerde ortaya dökülen ‘‘beyaz pislik’’, daha nelerin var olabileceğinin işaretlerini veriyor.
- Temizlik işlerinin sahibi kim konusuna gelince; ‘‘kurallılığın’’ iptal edildiği bir ülkede temizlik operasyonunun sahibi konusunda bu kadar çok tereddüdün ortaya çıkması tabii ki doğal. Oysa o ‘‘kuralsızlık’’, ‘‘dinamizm’’ etiketiyle Türk mucizesi diye sağa sola ne güzel pazarlanıyordu. Kuralsızlık kural olunca ‘‘temizlik’’ de ister istemez ‘‘sahipsiz kaldı’’.
- Son günlerde yaşananlar olayın bir ‘‘tatava operasyonu’’ olmadığını gösteriyor. Baskılar, Temizel'i hastanelik edecek boyutlara varsa da artık geri dönüşü çok güç olan bir süreç başlamış durumda. Bu noktada gerçek ile idealizmin buluşması gerekiyor. Yani ‘‘soygunla uğraşmamış’’ olanlar bir araya gelip işbirliği yapmak durumundalar.
- Bunu yaparken Türkiye'nin uzun vadeli geleceğinin tehlikeye atılmaması son derece önemli. Mücadele, Türkiye'yi demokrasiden ayıracak maceralara zemin hazırlamadan sürdürülmeli. Bu nedenle her sözcüğün çok dikkatli biçimde seçilmesi gerekiyor.
* * *
Belli ki daha pek çok ‘‘düğme krizi’’ var kapıda. Bu krizlerde taraf olmanın hiçbir anlamı olmadığı görülüyor. Bu aşamada tek doğru soru şu: Kurallı Türkiye'den yana mıyız? Kurallı Türkiye'ye giden yolda bazı ‘‘ayrıcalıklarımız’’ elden gitse de gene kurallılığı savunabiliyor muyuz?
Paylaş