Zeynep Atikkan: İran, Amerika ve takıntılar

Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

Philadelphia


‘‘Vazgeçilmez güç’’, ‘‘Süper @güç’’ ve de daha ne ‘‘güç’’ olursa olsun ‘‘takıntılar’’ en kuvvetli devletleri bile tutsak ediyor.

Kendisini Dünya'nın ‘‘vazgeçilmez gücü’’ ilan eden Amerika'nın üç büyük takıntısı var:

Kuzey Kore, Küba ve İran.

Amerika bütün o göz kamaştırıcı ekonomik başarısına, mutlak teknolojik ve askeri üstünlüğüne rağmen bu üç ‘‘zayıf noktanın’’ üstesinden gelemiyor.

Meseleye tepeden bakamıyor.

Mesafe koyamıyor.

Doğrusunu isterseniz o kocaman haliyle ezilip büzülüyor. Ve de aklınca renk vermiyor!

İran'daki seçimlerin buraya yansıması, Amerika'nın kendi ‘‘İran sendromunu’’ ortaya koyması açısından ilginçti. Aslında Türkiye ve Batı Avrupa'daki yorumlar da post modern bir kolaycılıkla ‘‘Yaşasın İran'da aşırı dinciler yenildi, reformistler geldi’’ye dönüştü. Ama bu yorumların hiçbiri ‘‘Süper güç Amerika'dakiler’’ kadar bir ‘‘şaşkınlık’’ sembolü haline gelmedi.

Önceki gün Pennsylvania Üniversitesi'nde İran üzerine bir konuşma yapan Fransız gazeteci ve diplomat Eric Rouleau'ya soruyorlar ‘‘Amerikan Dışişlerinin danışmanı olsanız, İran politikası için yönetime ne gibi bir yön verirdiniz’’ diye. Bir zamanlar Fransa'nın Ankara büyükelçiliği görevinde de bulunmuş olan Rouleau'nun bu soruya yanıtı şöyle:

‘‘Amerika'nın İran meselesini ele alış biçimi problemli. Amerikan Dışişleri izlenecek politika konusunda görüş birliğine sahip değil.

Örneğin basın, 1995'den bu yana İran'ın atom bombası yapacağı yolunda yayınlar yapıyor. Bu kronik bir kampanyaya dönüşüyor. Bomba yapılmıyor ama yayın bombardımanı sürüyor. Sonra birden kesiliyor.

Bu kez benzer bir kampanya İsrail'de başlıyor.

Amerika'nın terörist devlet diye ilan ettiği bir ülke İran. Oysa son yıllarda, İran'ın herhangi bir terör eylemine katıldığı yönünde elde hiçbir delil yok.

Hatemi terör eylemlerine karşı çok açık bir tavır sergiliyor.

Belki İran'ın Lübnan'da Hizbullah'ı desteklediği söylenebilir. Ancak unutmamak gerekir ki Lübnan ve Hizbullah sorununun çözümü Şam'dan geçiyor. Yani Ortadoğu barış sürecinden.’’

Fransa'nın tanınmış Ortadoğu uzmanlarından biri olan Eric Rouleau bu sözleriyle, Ortadoğu barış sürecinin anahtarını elinde tutan Amerikan yönetiminin farklı bir İran politikası geliştirmesi gerektiğini imá ediyor.

Amerikalılar'ın üç büyük ‘‘kábusuna’’ yaklaşırken duymaya alışık olduğu sözler değil bunlar.

İlginç olan şu ki ‘‘Süper güç, vazgeçilmez güç’’ kendi ‘‘vazgeçilmezlerinin’’ tutsağı olabiliyor. Dinamik bir toplumun tarihe, 1979'a çakılıp kalmasının ilginç bir örneği bu.

Takıntı, en güçlüyü bile felç edebiliyor.

Tabii bu noktada İran yönetimine hakim olan Amerika fobisinin boyutları da azımsanmamalı!

* * *

İran'daki gelişmelere gelince; devrimini ihraç edemeyen İran'ın, İslam dünyasına ‘‘serbest seçimle gelen bir değişimi’’ taşıması oylamanın belki de en ilginç ve de en az tartışılan yönü.

Şimdi Batı büyük bir acelecilikle İran'ın neredeyse mutlak bir demokrasiye kavuştuğu izlenimini yaratmaya çalışıyor.

Aslında İran'da herşey daha yeni başlıyor.

Reformcular, İran'daki İslami Cumhuriyeti, sivil toplumun talepleri ve hukuk düzeni ekseninde modernleştirmekle mi yetinecekler yoksa liberal-demokrat bir siyasi çizginin mücadelesini mi verecekler?

Bu temel sorunun yanıtı henüz ortada yok. Çok canlı olduğu söylenen sivil toplumun da bu noktada tavrını kestirmek çok zor.

İran'ı anlamak için zamana ‘‘zaman’’ tanımak gerekiyor. Çünkü en gelişmiş demokrasilerde bile kazanan taraf mekanik bir alternatif değildir.

Yazarın Tüm Yazıları