Paylaş
BERABERLİK projeleri ‘‘son dakika golleriyle’’ inşa edilemez. Katılım Ortaklığı Belgesi'ne yerleştirilen Kıbrıs koşulu ucuz bir ‘‘son dakika golü’’ cinliğini sergiliyor ki, bu aslında ‘‘genişleme’’ konusunda AB bünyesindeki çelişkilerin de aynası.
Katılım Ortaklığı Belgesi'nin teknik yönünün ‘‘şaşırtıcı’’ yönü bulunmuyor. Belgenin koyduğu hedefler, zaten modern bir devlet olabilmek için yapılması gerekenler. Yani sürpriz değil.
İşin politik boyutuna gelince, buradaki sorun çok daha karmaşık.
Avrupa'nın kendi içindeki bir dizi refleks sonuncu, ‘‘Kıbrıs koşulunun’’ KOB'ye yerleştiği anlaşılıyor. Bir dizi refleks ki bunları genelde AB'ye hákim olan ‘‘isteksizlik’’ diye yorumlamak mümkün. Tabii Türkiye'nin başta demokratikleşme olmak üzere pek çok konudaki büyük zaafları, AB bünyesinde zaten var olan ‘‘isteksizliğin’’ daha da gelişmesine imkán veriyor.
* * *
Katılım Ortaklığı Belgesi, doğrudan Türkiye'yi ilgilendirmekle birlikte AB'nin ‘‘nasıl bir Avrupa istiyor’’ sorusuna ilişkin ipuçları taşıyor. Belge bir ‘‘entegrasyon felsefesinin’’ dinamiğini yansıtması açısından ilginç.
Türkiye'den bağımsız olarak düşünürsek, ‘‘son dakika golleri’’ tarzındaki küçük politik oyunların ileride AB'yi ‘‘eşitsizliği sürdürebilecek’’ bir yapıya sürükleme ihtimali çok büyük. Bu yaklaşımla belki ‘‘Birlik’’in adı Hıristiyan Avrupa olmaz ama ‘‘her şeye anti’’, ‘‘farklılıklara kapalı’’ bir üslup giderek AB'ye hákim olur. Bu yönde ciddi işaretler olduğu da bir gerçek. Avrupa Birliği'nin başkentlerindeki ‘‘yönetimlerin bu takıntıları’’ yeterince ciddiye aldıklarını söylemek bugün için çok güç. Türkiye eski siyasetçilerin yönetimi altında ama AB de Chirac tarzı ‘‘liderliğin’’ köhne zihniyetinden kurtulmuş değil. Yani AB'nin siyaset yapma anlamında yeni bir dünyaya geçtiğini söylemek çok zor.
Avrupa Birliği, Kıbrıs'ı koşul olarak getiriyor. Türkiye'ye dört yıl sonra konuşalım diyor. Bu yaklaşımlar, olaylara ‘‘karşımdaki aptaldır’’ diye bakan ‘‘kolonyal’’ reflekslerin ürünü bir bakıma. Bu yaklaşımların ‘‘demodeliği’’ aslında bütün bir entegrasyon modelinin statik hesaplarıyla ilgili bir mesele.
Ancak Avrupa da sadece Chirac'lardan, Haider'lerden ve de son yazdığı kitapta Türkiye'nin kültürel olarak AB içinde yer alamayacağı tezini savunan tarih bilgisinden uzak Schmidt'lerden oluşmuyor.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Türkiye, AB hedefinden kopmamalı ve de işine bakmalı. Bu bakımdan son günlerdeki ‘‘çöplük temizleme’’ operasyonları bütün bir gelecek tasarımı açısından büyük öneme sahip.
* * *
Türkiye, temiz ve yeni bir alana ‘‘gerçek dinamizmi’’ taşımalı. Şu andaki iç karartan siyasi tablonun değişimi de bu molozların temizlenmesiyle irtibatlı bir bakıma.
Bu temizliği destekleyen büyük çoğunluk, Türkiye'yi AB entegrasyonu içinde saygın bir üye olarak görmek istiyor.
Bu kesimin çağdaş Türkiye yorumunda hem ‘‘insan haklarına ve ileri demokrasiye’’ özlem var, hem de ‘‘hırsız olmayan özel sektör’’e çağrı.
Yani, kat edilecek mesafe çok büyük. Ama varılacak nokta belli.
Paylaş