Hastalıklı boşvermişlik

Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

Kendimizi bugünkü koalisyonun patalojisine kaptırdığımızdan yakın çevremizde ne olup bittiğinin pek farkında değiliz.

Fasa fiso ve dedikoduya şehvetli bir ilgi var. Derin ve hayati sorunlar karşısında ise hastalıklı bir boşvermişlik içindeyiz.

Avrupa'yı istedik, olmadı, çok yerinde bir tepki gösterdik sonra küstük.. Şimdi ise hiç umursamıyoruz. Umursamadığımız için de Türkiye-Avrupa- Dünya ve de yeni duyarlılıkların tartışıldığı forumlara basın hiç ilgi göstermiyor. (Kuşkusuz ki eğer Başbakan hazır bulunursa durum değişiyor. Aniden ilgi doğuyor, buradaki amaç da koalisyonla ilgili en son pasaklı dedikoduları almak).

Geçtiğimiz hafta İstanbul, çok önemli bir toplantıya konukluk etti. Toplantının gündemi ‘Çok yönlü Avrupa’ydı. Toplantının düzenleyicileri merkezi Paris'te bulunan Uluslararası Sentez Danışmanları Derneği'ydi.

Türkiye'nin Lüksemburg kararlarıyla Avrupa'dan dışlandığı sırada Fransızlar bu toplantıyı neden İstanbul'da yapma kararı almışlar?

Görüştüğüm yetkililer ‘Türk toplumunun çoğul kimliğini dikkate alarak çoğul Avrupa’yı burada tartışmaya karar verdik' diyorlar.

Bu yanıt bile Lüksemburg kararlarının ne kadar hatalı ve de dar bir vizyonun ürünü olduğunu kanıtlıyor bence.

Toplantı boyunca aldığım otuz sayfalık notu yeniden gözden geçirirken vardığım sonuçları Türkiye'nin de tartışması gerektiğini düşünüyorum.

Öncelikle Türkiye-Avrupa ilişkilerine yeni bir rota çizebilmek için çok soğukkanlı olmamız ve de içe kapanma psikolojisinden kaçınmamız gerekiyor. Kısaca, pekçok şeyin yeniden tanımlanması, yeniden algılanması ve de anlatılması gerekli. Çünkü Avrupa'nın yeni bir anlatıma ihtiyacı var.

Bu noktada Fransa'nın önemli bir köprü olabileceği izlenimi uyandı bende. Çünkü modern dünyayı yakalamaktaki bütün eksikliklerine rağmen Fransa, dünya kültürünün ne olması gerektiğini anlamaya çalışan ve de bu noktada epey bir entellektüel donanıma sahip olan bir ülke.

İlginç olan şu ki ‘çoğul Avrupa’, ‘sınırların kaldırılması’, ‘bazı egemenlik haklarının tek merkeze transferi’ gibi konuları tartışmak için biraraya gelen bu düşünce grubu, bol bol Türkiye'yi konuşmak zorunda kaldı.

Çünkü Avrupa açısından ‘çoğul’u düşünmek mutlaka Türkiye'yi içeriyor. Her ne kadar Avrupa'nın bugünkü bilinçaltı bu gerçeği kabul etmekte zorlansa da.

Entellektüel dozu yüksek bir toplantıda tabii ki dinsel ve kültürel nedenlerle Türkiye'nin dışlandığı temasının kabul görmesi çok zor. Zaten en hassas nokta da bu. Hiçbir biçimde telaffuz edilmesine tahammül olmayan ağır bir gündem bu. Ama adı bu kadar açık biçimde konmasa da Avrupa'nın bir ‘öteki’ yaratma eğilimi tartışmaların eksenine oturdu.

‘Avrupa’nın genişlemesi', zihinlerde ve de bilinçaltlarında bütün boyutlarıyla şekillenmiş bir konu değil. Bir cephede, genişlemeyi ‘yenilenme, gençleşme, yeniden yapılanma fırsatı’ olarak görenler var. Onlar, Türkiye'nin tam üyeliğini tehdit değil aksine bir zenginlik olarak değerlendiriyorlar. İkinci kategoride yer alanlar ise ki onlar büyük çoğunluğu oluşturuyor, ‘Türkiye’nin üyeliğini değil tartışmak' hızlarını alamayıp ‘Orta Asya’da, Kafkaslar'da dolaşın' şeklinde cin öneriler getiriyorlar.

Dünya'daki hızlı ekonomik, sosyal ve teklonolojik gelişmeler karşısında ciddi bir özgüven sorunu yaşayan Avrupa'nın sanırım Avrupa para birimini devreye sokması son derece önemli. ‘Treni kaçırıyor muyum’ endişesini taşıyan Avrupa'ya özgüven kazandıracak en önemli hedef ‘tek para’nın başarıyla hayata geçmesi.

Bu başarı Avrupa'nın, ‘çokkültürlülük, Avrupa kimliği, hatta Türkiye ile ilişkiler konularında rahatlamasına katkıda bulunacak.

Devamını salı günkü yazımda aktarmaya çalışacağım bu temaları Türkiye’nin büyük bir titizlik ve de gerçekçilikle ele alması gerekiyor.

Çünkü Ankara'daki paslanmış gündemden çıkarı olmayan milyonlarca insan yaşıyor bu ülkede...Onlar çocukarının yarını için başka bir Türkiye'yi düşlemek zorundalar.













Yazarın Tüm Yazıları