Paylaş
LONDRA
İNGİLİZ Parlamenter Richard Balfe, Avrupa Parlamentosu'nda onaylanan Ermeni tasarısına ‘‘ret’’ oyu verdiğini söylüyor. Nedenini, ‘‘Aptal bulduğum için’’ diye açıklıyor.
Sonra kendisine 62 tane e-mesaj ulaştığını belirtiyor. Bunların 50'si aynı metni gönderen Ermenilerden, sadece bir İngiliz'in mesajı e-posta aracılığıyla kendisine ulaşıyor.
Bu sözlerden öncelikle iki sonuç çıkabilir. Birincisi, internet demokrasisinin gücü, hızı ve siyaseti denetleme potansiyeli. İkincisi ise Avrupa Parlamentosu'ndan çıkan bu kararın İngilizleri ne kadar ilgilendirdiğine dair ilginç bir ipucu.
1985'te Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye ile ilgili İnsan Hakları Raporu'nu hazırlayanlar arasında olan Balfe'ye göre AP üyelerinin Türkiye'ye bakışı da şöyle:
* * *
Bir grup parlamenter, Türkiye'nin Avrupalı olma iradesine inanıyor. Özellikle Alman Hıristiyan Demokratlar'dan oluşan bir başka grup, AB'yi Hıristiyan Kulübü olarak görmek istediği için Türkiye'yi istemiyor. Geri kalan en geniş grup ise konular kendilerine anlatıldığı takdirde Gümrük Birliği'nde olduğu gibi Türkiye'yi destekleyebiliyor.
Bu tahlilden hareket edilirse, Türkiye AP üyesi parlamenterleri e-mail mesajlarıyla bombardıman ederse lehte kararların çıkmasında etkili olabilecek. Yani belirleyici sayısal ağırlığı olan bu üçüncü grubu etkileyebilecek.
Avrupalıların durmadan ortaya attıkları ‘‘Türkiye yeterince kendini tanıtmıyor’’ görüşü bizim ‘‘Doğu ile Batı arasında köprüyüz’’ mesajı kadar anlamsızlaşıyor.
Yani, Türkiye kendini tanıtsa durum farklı mı olacaktı?
Bu soru önemli. İki gün süreyle Londra'da izlediğim, ‘‘Yeni Avrupa'da İngiltere ve Türkiye’’ konulu toplantının çok değişik açılardan hareketle vardığı sonuç da bu zaten. Ortadaki güven bunalımı.
Türkiye açısından reformları hızlandırmak ne kadar acilse, AB'nin de ‘‘sorunları beraber aşma niyetini’’ ortaya koyması o kadar hayati.
* * *
Entegrasyon sürecinin gerektirdiği bir önkoşul bu. Çünkü hiçbir beraberlik, güvensizlik temeli üzerine oturmaz. Türkiye-AB ilişkilerinin geldiği bu hassas noktayı görmek gerekiyor. Türk kamuoyunda ‘‘bunun arkasından daha ne çıkacak?’’ duygusu giderek yaygınlaşıyor.
Toplantıyı, ODTÜ ve Sussex Üniversitesi'nin katkılarıyla düzenleyen İngiliz Kültür Heyeti, bu kadar ilginç bir zamanlamayı tabii ki öngöremezdi. Türk ve İngiliz akademisyen, siyasetçi ve bazı sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin katıldığı toplantı, Türkiye'de oluşan ‘‘bıkkınlık’’ duygusunun tırmandığı bir döneme denk geldi. Bu boyutuyla da çok yararlı oldu.
Avrupa ‘‘genişleme sürecine’’ güle oynaya girmiyor. Avrupalı'nın gözünde genişleme ‘‘doğal bir süreç’’ değil. Kısaca AB, ‘‘genişleme sorununu’’ yaşıyor. Genişlemeyi bir ‘‘mesele’’ olarak gördüğü için de ‘‘Avrupa 'tarihi' ya da 'coğrafi' bir gerçek mi, yoksa kültürel bir realite mi’’ tezleriyle meşgul.
Türkiye ise bu çerçevenin en tartışmalı konusu. Çünkü her ne kadar ‘‘kendinizi iyi tanıtın, ev ödevinizi yapın’’ deseler de, ‘‘bütün bunları yapmanıza yardımcı olacağız’’ denmiyor.
Bunun en çarpıcı göstergesi de, AB'nin mali yardım konusunda taahhütlerini bir türlü yerine getirememesi. Bu noktada çok sık vurgulanmasına rağmen nedense hiçbir aydınlatıcı açıklama yapılmıyor. Oysa Miloseviç sonrası Yugoslavya'yı toparlamak için AB, 4 milyar dolarlık bir katkıdan söz ediyor.
* * *
Bu örnekler güven bunalımını besliyor. Türkiye'deki en fazla AB yanlısı olan çevreler bile ‘‘Ne yapsak bizi almazlar’’ noktasına geliyorsa, bunun düşündürücü bir yönü bulunuyor. Çünkü diğer aday ülkelerde böyle bir psikoloji oluşmuş değil.
AB'nin geliştirdiği model sadece belli ülkeler için işlerse, uzun vadede geçerliliğini koruyabilir mi? ‘‘Genişleme sürecine’’ giren AB mutlaka bu soruyu netleştirmeli!
Paylaş