Paylaş
Sanki bütün bunlar çok geride kalmıştı.68 fantezileri adı altında arşive kalkmıştı. Sokak gösterisinden sadece maç taşkınlığı anlaşılıyordu. O da Avrupa kıtasıyla sınırlıydı. Amerika'nın okullarında öğrenciler öğrencileri tarıyordu, ama sokaklar sakindi. Günde ortalama on iki çocuk silahlı saldırı sonucu ölüyordu, ama alışveriş merkezlerinin güvenliğinden şüphe edilmiyordu. Yıl sonu için tüketim histerisi de başlamıştı. Seattle'daki sokak gösterileri işte böyle bir kutsal düzeni bozdu.
Herkes şaşkına döndü.
Zaten işin ilginç yönü de bu.
Dünya Ticaret Örgütü'nün Seattle'daki toplantısını yaklaşık otuz bin kişi ortalığı yakıp yıkarak protesto edince önce Amerikalılar küçük dillerini yuttular. ‘‘Neden bu kadar büyük tepki gösteriliyor ki?’’ sorusuna uzun zaman yanıt bulamadılar. Her olayı sosyolog, psikolog, politologlarla irdelemeye alışkın Amerikan medyası fena halde atladı. Ne olupbittiğini bir türlü algılayamadı. Zaten önceden koku da alamamıştı. Tabii olupbitenleri algılayamayınca da kamuoyu doğru dürüst bilgilendirilemedi.
Şimdi kiminle konuşsam, ‘‘Seattle'da bir şeyler oluyor ama neden oluyor’’ sorusuyla karşılaşıyorum. Üstelik bu soruyu soranlar da Amerikalı elitler. Dünyayı izleyen, hamburgeri aşıp akşam yemeğinde Fransız şarabı içmeyi marifet sanan gelir düzeyi iyi durumda olan kesim. ‘‘Globalleşmeye karşı bu kadar tepki neden gösteriyorlar?’’ sorusunu sormaktalar.
Bu şaşkınlık kanımca gösterilerden çok daha önemli.
Dünyanın her ülkesinde elitler ve yönetimler, yaşadıkları dokudan hızla uzaklaşıyorlar. Globalleşme adı altında yekpareleşmenin istibdadı yaşanıyor sanki. Küreselleşme denilen bu kaçınılmaz ekonomik ve sosyolojik olgu nedense bir zihinsel anesteziye dönüşüyor.
Seattle'da olupbitenleri ‘‘Nasıl olur da insanlar globalleşmeye karşı çıkar?’’ diye yorumlayanlar acaba farkındalar mı, deniz kaplumbağası, yunus ve kelebek kılıklı öfkeli insanlar birer global gösterici idiler? Belki de sadece insani yüzlü bir küreselleşmeyi talep etmekteydiler?
Dünyanın dört bir köşesinden gelen çiftçiler global taleplerle çokuluslu şirketlere karşı ortak tavır koyuyorlardı. Dini örgütler, olayı sahipleniyorlardı. Göstericiler yoksul ülkelerin borçlarının silinmesi için yumruklarını kaldırıyorlardı. Vitrinleri tekmeliyorlardı.
Şimdi bütün bu olupbitenlere şaşıranların önlerine yapılmış araştırmalar birer birer konuyor.
Yıllık geliri 75 bin doların üzerindeki Amerikalılar'ın yüzde 63'ü globalleşmenin olumlu olacağını düşünüyor. Yıllık gelir 50 bin dolara düşünce küreselleşmenin tılsımına inananların oranı yüzde 42'ye iniyor. Ve de gelir düzeyi yılda 50 bin doların altına düşünce globalleşmeye sıcak bakanların oranı yüzde 37'ye kadar azalabiliyor.
Şimdi şaşırıyorlar. Kimdir bu protestocular diye.
Protestocular, en basit tanımıyla yeni bir sürecin dışladıkları ya da dışlayabilecekleri, yani mağdurlar ile tedirginler değil mi?
Herkes McDonald yer, Nike giyer, Coca-Cola içer ile izah etme kolaycılığına inen darbe idi Seattle gösterileri. Yoksa Dünya Ticaret Örgütü'nü kaç kişi tanıyor? Orada yapılan teknik müzakerelerin teknik içeriğini kaç kişi takip edebiliyor?
Amerikalılar ihracata verilen sübvansiyonun kaldırılmasını istiyorlarmış! Avrupalılar buna karşı çıkıyormuş. Tarımın çok işlevli niteliğinin korunması için mücadele veriyorlarmış! Bu sözler kaç kişiyi ilgilendiriyor, kaç kişi için bir anlam ifade ediyor?
Seattle'daki olayları herkesin bir tarafa çekip izaha çalıştığı sırada, galiba en ilginç teşhis Francis Fukuyama'dan geldi. Wall Street Journal'da çıkan bir yazısında Amerikalı siyaset bilimci şöyle diyordu:
Globalleşme fanatikleri bilmeliler ki insanların ekonomik verimlilikten başka öncelikleri ve istekleri var. Bu arada globalleşmeye karşı çıkanlar da idrak etmeliler ki ‘‘küreselleşme, nostaljik radikallere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir’’.
Paylaş