Paylaş
Darbe tartışmalarıyla ciddi biçimde darbe alan bir ülke var ortada.
Ve de bütün bu kargaşanın temelinde Türk siyasi yaşamına yapışan o korkunç prensipsizlik yatıyor. Bugün ‘sivil olmak’ adına yapılan tartışmaların içi bu prensipsizlik nedeniyle boşalıyor.
Sivil ve demokrat olmak 28 şubatı alkışlamamak, brifing turlarında yer ayırtmamaktı.
Sivil ve demokrat olmak, Manisa'da işkence gören gençlerin davasına canla başla sahip çıkmaktı. ‘Ben işkence yaparım ve beraat ederim’cilerin hukuka karşı giriştikleri terör önünde susmamaktı.
Sivil ve demokrat olmak Türkiye'nin üzerinden Susurluk lekesini silmek için siyasi seferberlik ilân etmekti.
Sivil ve demokrat olmanın ölçüsü Metin Göktepe davasına gösterilen duyarlılıktan geçiyordu.
Sivil ve demokrat olmak Güneydoğu'ya sivil ve demokratça çözümlerle ulaşabilmekti.
Sivil ve demokrat olmak tabii ki üniversitelinin kılık kıyafetiyle uğraşmamaktı.
‘Sivil ve demokrat olma seti’nin sadece birkaç unsuru bunlar...Demokrasi bir bütünlük işidir ‘işime geleni alırım’la demokrat olunmuz.
Türkiye'nin tıkandığı nokta da bu.
Soğuk Savaş yıllarının siyaset yapma biçimini bir türlü terk edemeyen Türkiye, yeni dünyanın dinamik yapısına, fikir cümbüşüne ayak uyduramıyor.
Ve de gündem, ‘27 mart, 28 şubat olmayacak’ gibi sanal bir tartışmaya sıkışıp kalıyor.
27 mart neden 28 şubat olmayacak? Aktörler değiştiği için mi, Türkiye farklı bir yerde olduğu için mi, yoksa Silahlı Kuvvetler üslup değiştirdiği için mi?
Ve daha pekçok soru.
Kamuoyu önünde hiçbir zaman açık açık tartışılmayacak ‘ince ayarlı’ konular bunlar.
Metin Göktepe'yi ıskalayıp sadece başörtüsünü sahiplenen merkez sağ demokratlığı işte böyle opak alanlarda siyaset yapabiliyor.
Ve bugünkü şu garip tabloya bakın.
Türkiye'deki yaygın bir varsayıma göre yüzde 20'lik RP'nin karşısında bir yüzde 80 vardı ki o, kurulan Anasol-D'yi destekliyordu. Ve de bu yüzde 80 türbana falan karşıydı. Laikti.
Bugünkü kriz, yüzde 80'nin sanıldığı kadar homojen olmadığını gösteriyor.
Görülüyor ki iş başında olan hükümetin, kimi, 28 şubatı alkışlayanların ne kadarını temsil ettiği belli değil. Çünkü teorik olarak 28 şubat destekçilerinin ki bunların yüzde 80 olduğu varsayılıyordu, bugünkü türban geriliminde nerede yer aldıkları ilginç bir sosyolojik araştırma konusu olmalı.
O laik yüzde 80 sanal mıydı?
Yoksa laiklikle başörtüsünün ilişkisi yok mu? O zaman neden türban krizi bu boyutlara varıyor?
Bu arada seçim değil icraat hükümetiyim diye ortaya çıkan iktidarın çözüm üretmek yerine geldiği tıkanma noktası da çok anlamlı.
Gencecik çocukların başörtüsü bir ideolojik kutuplaşma haline geliyor ve ülkenin bütün sorunlarına çözüm üretmek için iş başına gelen hükümetin yaptığı tek iş bu ideolojik kutuplaşmada tavır almak oluyor.
Çözüm üretmek, üniversitelerle daha ciddi bir dialoğa girmek yerine olay bir siyasi gündem biçimini alıyor.
Ve de sonra çıkıp ‘biz seçim hükümeti değil, icraat hükümetiyiz’ denilebiliyor.
Bütün siyasi hesaplar da toplumun bunu yuttuğu varsayımına dayandırılıyor.
Kimileri kurdultulan Anasol-D hükümetinin laik'liğin bekçiliğini yapacaklarını sanmışlardı.
Bugün görülüyor ki koalisyonun her bir ortağının aynı bir gündemi varmış.
Keşke, ayrı gündemi olanların ortak paydası gerçek demokrasi inancı olsaydı. Zaten o zaman kriz çıkar mıydı?
Paylaş