Paylaş
GÖRÜLÜYOR ki Genelkurmay'ın Kürtçe televizyonla ilgili açıklamasının Nice zirvesine denk gelmesi bir rastlantı değil.
Aksine ‘‘kurmaysal’’ incelikte ve hesaplı. Asıl mesele de bu zaten. Bir ülkenin başbakanı yurtdışındayken, ülkenin tartışmalı bir iç sorunu hakkında açıklama yapılabilmesinde.
Yoksa konu MGK'da gündeme gelebilirdi. Eğer açıklamanın mantığı MİT Müsteşarı'nın basına yaptığı açıklamayı dengelemekse, bunun Başbakan yurtdışında olduğu güne denk gelmesi düşündürücü. Bu, işin ‘‘stratejiyle’’ ilgili boyutu. Bir de işin ‘‘hiyerarşi’’ ve ‘‘kurallılık’’ boyutu var ki bu da cumhuriyet rejiminin ilkeleriyle irtibatlı. Başbakanlığa bağlı olan MİT Müsteşarı, Başbakan'ın bilgisi dahilinde açıklama yapıyor. Ama Başbakanlığa bağlı olan Genelkurmay, Başbakan'dan bağımsız ‘‘sürpriz mesaj’’ yolunu tercih ediyor.
***
Burada ‘‘demokrasi’’ meselesinin çok ötesinde bir ‘‘cumhuriyetçi tavır’’ meselesi söz konusu!
Cumhuriyet kendi kurumları içinde kuralları belli olan bir denge ve uzlaşı rejimidir. Jakobenlik, rejimin en kötü ve talihsiz yönü olmakla birlikte cumhuriyet rejiminin olumlu cephesinin temelinde kurumlararası hiyerarşi, denge ve uzlaşının varlığı hiçbir tereddüde fırsat vermeyecek kadar açıktır. Bu kural titizlikle korunur. Cumhuriyete sahip çıkmak kurumlar arasındaki hiyerarşi ve dengenin korunmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani cumhuriyet ‘‘cumhuriyetçi tavırlarla’’ korunur.
Kimse Silahlı Kuvvetler'in görüş bildirmesine karşı değil. Aksine tartışmanın çoğulluğu ‘‘doğru’’yu yakalamakta en önemli etkenlerden birisi. Ancak bu açıklamayı yaparken ‘‘hiyerarşiyi bozuyor’’ izlenimini vermek de cumhuriyetin teamüllerine pek uygun değil.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucuları, bu kavramlara titizlikle bağlıydılar. O günden bugüne kadar pek çok badireler atlatıldı, yanlışlar yapıldı, ama gene de cumhuriyetçi reflekslerle bugünlere kadar gelindi.
Cumhuriyeti kuranların dış politika rotası ve bugünkü toplumsal iradenin itici gücüyle Türkiye, AB menziline giriyor. Böyle bir dönüm noktasında, cumhuriyetçi refleksler zaafa uğratılmamalı.
Başbakan yurtdışındayken, tartışmaya açık bir iç politika meselesini gündeme getirip mesaja olduğundan fazla anlam yüklemek! Bunu Başbakan'a haber vermeden yapıp ‘‘son söz bende’’ demeye getirmek! Ya da bu izlenimi yaratmak!
Bu tavrı gerçek cumhuriyet değerleri taşıyamaz. Olayın demokrasi boyutunu ise artık siz düşünün.
Ne F tipi, ne de başka bir şey. ‘‘Kim haklı kim değil’’in anlamı da kalmadı. Ortada tek bir gerçek var. 200 kişi gözümüzün önünde eriyor.
***
Bu noktadan itibaren bir devlet için başka bir ölçü olamaz, 200 kişi ölüyor. Bırakalım her türlü insan hakları ve demokrasi kavramlarını bir tarafa. Ortada bir ‘‘devletin’’ tanımı meselesi var. Aba altından sopa gösteren bir devlet olamaz.
Milliyet'te Hasan Pulur'un günlerdir yazdığı gibi ‘‘Devletin, insanın ölümünü seyretmek hakkı yoktur. Ölüm orucuna yatan yüzden fazla insan, kadınlı erkekli, bu ülkenin vatandaşı ölüme giderken, devletin ‘Bana ne' diyerek omuz silkme hakkı yoktur.’’
Bu cümlelerdeki ‘‘devlet ve vatandaş’’ vurgularına dikkat edin ve yurttaşlık bilgisi derslerini anımsayın. İlkokuldayken ‘‘yan yana’’ getirmeye alıştığımız sözcükler bunlar.
Evet hiçbir koşulda bir ‘‘devlet’’, ‘‘vatandaşının’’ ölümünü seyredemez
Paylaş