Paylaş
‘‘ALTERNATİF’’ yok diye katlanılan yanlışlar, birikti. Kümelendi. Yumak oldu.
‘‘Alternatif yok’’ diyenler ‘‘kriz çıkmasından’’ korkuyorlardı. Olaylar öyle bir gelişti ki ‘‘keşke kriz çıksaydı’’ denir hale geldi. Kriz değil isyan çıktı.
Konumu ve görev anlayışı itibarıyla, herkes gibi olmaması gereken güvenlik güçleri önceki gün izinsiz sokaklardaydı. Eylem dün de Türkiye'nin çeşitli kentlerinde devam etti.
Bakıyorum da bazı köşelere; ‘‘Türkiye, Cumhuriyet tarihinin ilklerine sahne oluyor’’ şeklinde yorumlar yapılıyor.
Aslında o ‘‘ilkler’’ çoktan beri yaşanmaktaydı. Örneğin bir Cumhuriyet tarihi ‘‘ilk’’i ‘‘başbakanın banka satarken suçüstü yakalanması ve hükümetin bu nedenle düşürülmesi’’ydi. Bu ilk bir başka ‘‘ilk’’i doğurdu. Banka satarken yakalanan lider, seçimlerde aldığı yenilgiye rağmen yalvara yakara hükümete geri çağırıldı. Eline, Türkiye'nin en önemli projesi olan Avrupa dosyası tutuşturuldu.
Toplumun böyle bir ‘‘ilk’’i hazmedebileceğini düşünmek ve olayı azımsamak gene bir Türkiye Cumhuriyeti tarihi ‘‘ilk’’iydi. O da yaşandı.
‘‘İlkler’’e bağışıklık kazanıldığını sandıkça yeni ‘‘ilkler’’ çıktı ortaya.
‘‘Alternatifi yok’’ diye pazarlanan bu yapının artık dikişleri tutmuyor, aylardır yaşananlar ciddi bir otorite boşluğunun varlığını gösteriyor.
Otorite boşluğunun ilk işareti ‘‘deprem günü’’ ortaya çıktı. O gün hükümet ‘‘yok’’tu. Ama olayın adı konmadı.
Sonra 9 Aralık 1999 günü hükümetin ekonomiyi artık yönetemeyeceği anlaşıldı. Bir yıl önce tam bu zamanlarda IMF geldi, görevi teslim aldı. Bayram ilan edildi. Bu boşluğu şimdi Cottarelli dolduruyor.
Sonrasını hep beraber yaşamaktayız.
Belli ki Başbakan'ın sağlığı bu kadar büyük bir yükü kaldırmaya yetmiyor. Rahşan Ecevit ve Hüsamettin Özkan destekli bir hükümet etme biçimin artık sokaklara taşmış toplumsal gerilimin üstesinden gelebilmesi çok zor. Kaldı ki ucube af meselesi gösteriyor ki Rahşan Ecevit de toplumun duyarlılıklarını okuyamıyor.
Türkiye her gün yeni bir ‘‘ilk’’e gebe sanki. Yaşamakta olduğumuz olaylar ‘‘Biz bu filmi daha önce görmüştük’’ kolaycılığıyla izah edilebilecek gibi değil.
Durum çok açık. Başbakan yorgun.
Yanı başındaki ikinci adamın, özellikle Avrupa gibi konularda güç dengelerini nereye sürükleyebileceği belli değil. Kaldı ki önceki gün, tabanı ilk kez kendi iktidarına karşı tavır koydu. Ankara'daki gösteriler bu manada son derece ilginç ipuçları sunuyor.
Üçüncü adama gelince, hiçbir hukuk devletinde söz söyleme meşruiyetinin olmaması gerekir.
Dün telefondaki bir okur ‘‘Polisler yürüdü. Yetkililer son günlerdeki olaylara yol açan provokatörlerin üzerine gidileceğini, suçluların yakalanacağını söylüyorlar. Tekstil işçileri, kamu çalışanları sokaklarda haklı taleplerini dile getirince dayak yiyorlar. Onların sorunlarına eğilen yok. Yeter artık’’ diyordu.
Tehlikeli bir kutuplaşmanın, artık ‘‘ölüme’’ giden yoldaki pazarlıkların sarmalında bu toplum. Çok boyutlu provokasyonların olduğu bir gerçek. Ama asıl tehlike yaşanan güven bunalımının boyutlarında gizli! Daha düne kadar gazetelerin sayfaları ‘‘hortumcu’’ kareleriyle doluydu.
Hortumcu kareleri sıradanlaşırsa ‘‘toplumsal gerilimin kareleri’’ işte böyle sıklaşır! Yaşamak için ‘‘güvenmek’’ gerekir!
Kimin kime güveni kaldı bu ülkede?
Paylaş