Paylaş
Mutlaka bir yerlere sıkışmıştır ama ben rastlayamadım.
Cumhuriyet'in 75. yıl kutlamaları için elime onlarca davetiye geçti, gözüm, ‘Cumhuriyet döneminde bilim’ konulu bir başlığı aradı.
Bulsam gidip izleyecektim.
Özellikle Cumhuriyet döneminde yetişmiş bilim adamlarının bu konudaki görüşlerini dinleyebilseydim, ‘Türkiye’de bilim, neden milim milim' sorusunun yanıtlarına dört elle sarılacaktım.
75. yıl kutlamaları, öncelikle toplumun gelişmesi neden hız kesti, neden havlu atıldı, sorusunu akla getiriyor.
Ne acıklıdır ki bir 75. yıl bilançosunu yaparken Başbakan, ‘Mafya Cumhuriyet’i tespitini yapabiliyor. Kimileri ise ‘Nereden nereye geldik’ diyerek kendini avutuyor. Ortada standart olmadığı için ‘Nereden nereye geldik’in mesafe ölçümü, ölçüm yapana göre değişiyor.
Bir kötü vasatlığın tutsaklığında ‘ya yakınma ya da böbürlenme’dir, gidiyor.
Soru sormayan, doğru karşılaştırmalarla kendisini sınamayan, ileri hedeflerin zorlayıcılığından kaçan kafaların içine düştüğü açmaz bu.
Son derece can sıkıcı.
Kısaca vasatlığın iç karartan sıradanlığı. Buraya nasıl gelindi?
Bu vasata, bir ülkenin kaderine hakim olabilme cesareti nasıl verildi? Kısaca biz nasıl başarısızlığı sübvansiyone eden bir toplum haline geldik?
Sanıyorum ki bugün kadını ve türbanı konuştuğumuz kadar bilimi ve bilimsel düşünceyi tartışmış olsaydık, sokaklarda yürüyerek kutladığımız Cumhuriyet'in tanımı Başbakan'ınkinden çok farklı olurdu.
Oysa Cumhuriyet'in kurulduğu yıllarda, çağın en ileri vizyona sahip lideri Atatürk'ün yakaladığı değişim çizgisi ‘bilim’i işaret ediyordu. Çağdaşlaşmayı, kadınların tayyörüne değil bilimsel düşüncenin eksenine oturtuyordu. Ama biz ‘kontrolü kolay olan’ın bekçiliğine soyunduk. Asıl büyük resmi ihmal ederek.
TÜBİTAK'ın yayını Bilim ve Teknik Dergisi'nden aktarıyorum aşağıdaki satırları. Atatürk şöyle diyor:
Efendiler,
Dünya'da her şey için, maddiyât için, maneviyât için, hayat için, muvaffakiyât için en hakiki mürşit ilimdir, fendir; ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delâlettir. Yalnız, ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki saflarının tekâmülünü idrâk
etmek ve terakkiyâtını zamanında takip etmek şarttır.' (...)
Gözlerimizi kapayıp mücerret yaşadığımızı farz edemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp cihan ile alakâsız yapamayız. Bilakis müterakk*ı, mütemeddin bir millet olarak medeniyet sahasının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her ferd-i miletin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur'.
20'lerde, bugünün temalarını yani bilimi ve dünya ile senkronizasyonu işaret eden çok fazla lider yok. Avrupa birinci Dünya Savaşı yorgunu. Almanya darmadağınık, Fransa'da Jaures barıştan filan söz edecek oluyor, vuruluyor. İtalya'dan gık yok. İngiltere, İmparatorluğu'nun paçasını toparlamakla meşgul.
Böyle bir ortamda çağdaşlaşmanın rotasını netleştiriyor Atatürk.
Cumhuriyet'in ilk yılları, Türkiye'de bilimin öneminin kavrandığı ve de tüm imkansızlıklara rağmen bilimsel çalışmanın teşvik gördüğü dönemdir.
Sonra ne oldu? ‘Ne oldu’yu çok ciddi biçimde tartışmak gerekirdi bu 75. yılda. Türkiye'de bilimsel araştırma nerede? Okullarda bilimin yolunu açan sorgulayıcı eğitim nerede?
Ve ‘İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur’ diyen Atatürk'ün hedeflerinden neden sapıldı?
Bu soruyu öncelikle bugün, laiklik ve Cumhuriyet kahramanlığına soyunan merkez sağdaki liderlik yanıtlasın.
Paylaş