Paylaş
‘‘Küçükken herkes gibi kapıda oynardım. ‘Mama'ma bağırırdım. Benim öyle bağrışımı gören çocuklar ‘Aaa bakın şu gavura' diyerek beni oyunlarına almayıp dışlardı. Ben de üzülüp ağlardım. En kötüsü, onlarla hiç oynayamadım!’’
Bu sözler on beş yaşında bir çocuğa ait. Kız mı erkek mi bilmiyorum. Türkiye Cumhuriyeti vatantaşı Ermeni, Rum ve Musevi çocukların eğitim ve sosyal sorunlarına dikkat çeken bir raporda yer alıyor bu cümleler. 1. İstanbul Çocuk Kurultayı için hazırlanan rapora yansıyan, genelde ve özelde çocuklara yönelik ‘hoyratlığın' sadece bir örneği bu sözler.
Özelde ‘gavur' vs. ile dışlama.
Genelde din, dil ayırımı yapmadan dayak, kötek, aşağılama, istismar, geleceğini çalarak ‘hırpalama' ve bir başka biçimde ‘dışlama'. ‘Çocuklarına' arsızlık borsasında ‘değer' biçemeyen bir toplumun kendi çocukları için yarattığı sosyal iklimden örnekler.
Ermeni, Rum ve Musevi çocuklar ‘inançları konusunda anlayış' beklediklerini söylüyorlar. Bugün gelinen noktada belki de en olumlu nokta daha ‘‘on’’ yaşlarını süren çocukların yüksek sesle ‘‘farklılıklarına saygıyı’’ talep edebilmeleri.
Bu gelişmeyi demokratik bir olgunluğun açığa çıkması şeklinde yorumlamak yanlış olmamalı. Yoksa hızlı Osmanlıcılar ne derlerse desinler, Osmanlı İmparatorluğu'nun kendine özgü bir yapısı vardı ama bireysel haklar sorununu kesinlikle çözememişti. Zaten böyle bir endişesi de yoktu. Ulus devlet ise bireysel düzeyde farklılıkların kabulünü gündeme bile getiremedi.
Ağır aksak da işlese demokratik süreç bugün yeni talepleri seslendirebiliyor. Yeni tartışlamaları başlatabiliyor. Her kesimden çocuğa temel soruları yöneltenler ve de bu soruları açık yüreklilikle yanıtlayanlar çok yeni ve dinamik bir süreci başlatıyorlar. Oysa bugüne kadar belli semtlerde yaşayan belli İstanbulluların ‘‘Mahallemde Ermeni, Rum ve Musevi çocuklarla oynayarak büyüdüm’’ şeklindeki nostaljik sohbetlerine malzeme olan konulardı bunlar. Bir tür ‘övünme', ‘hoşgörü pazarlaması' ve de bunu kendince ispatlama çabası. Tabii karşı tarafın duygularını hiçbir zaman sorgulamadan, anlamaya çalışmadan. ‘‘Benim nostaljim bilimseldir ve yeterlidir’’ mantığıyla.
On yaşlarını süren Ermeni, Rum ve Musevi çocuklar 21. yüzyıl Türkiyesi'nde ‘‘Art arda gelen sorularla bize başka gezegenden geldiğimizi hissettiriyorlar. Hiç hatırlamam biri bana ismimi sorduğunda bir kere adımı doğru söylediğimi. Ben arkadaşlarıma dinimi söylemem. İyi bir dostluk kurmak, toplum içinde dışlanmamak için bunu yaparım’’ sözleriyle ifade ediyorlar duygu dünyalarını.
Bu sözlere daha ne eklenebilir ki?
Birey, içine doğduğu toplumun bir parçası olmaktan ‘mutluluk' duyabilmeli. Günümüzde uygarlığın başka bir tanımı olabilir mi?
Bireyin mutluluğunu sağlayamayan bir toplum başarısızdır!
Hele o toplumda çocuklar ‘farklılıklarından ötürü oyun oynayamadıklarına' yanıyorlarsa!
Demokrasi koca adamların oyuncağı mı?
Paylaş