Paylaş
Kafka'yı çıkartan ve bağrına basan bir ülkede demokrasiye geçiş başka bir derinlik taşıyor.
Cumhurbaşkanı edebiyatçı olan bir ülkede modernleşme, ‘özelleştir, köşeden vur, işbitiricilikle siyaset yap’ slogancılığının ötesine taşıyor.
Çek Cumhuriyeti'nde geçtiğimiz hafta sonununda yaşanan siyasi gelişme tabii ki bizim basınımızda hak ettiği yeri bulmadı.
Çek Cumhuriyeti'nin beş yıllık Başbakanı Vaclav Klaus, eski tenisçi bugünün iş adamı Milan Srejber'den, partisine 220 bin dolar bağış aldığı için istifa etmek zorunda kaldı. Hükümet düştü.
Bunda ne var? denebilir. Çünkü 220 bin dolar bizdeki yolsuzluk ölçülerine göre devede kulak...
Ama ciddi olmaya çalışan ülkelerde 220 bin dolar hükümet düşürmeye yetiyor.
Ne yapmış Klaus?
Star tenisçiden bağış almış bunun karşılığında bu yeni bitme iş adamına kıyak çekmiş.
Özelleştirmeden ufak tefek kırıntılar atıvermiş eski tenisçinin önüne.
Olay patlak verince, Klaus, 220 bin doların geldiğini ancak kimden alındığı bilmediğini ve de paranın selden zarar görmüş bir bölgeye yardım için kullanıldığını söylüyor.
Kısaca, bizim örtülü ödenek tartışmalarını anımsatan türden klasikleşmiş yolsuzluk hikayeleri ve de savunmaları.
Tabii inandırıcılığı olmayan bir sürü söz, laf...
Ancak burada önemli olan nokta şu.
Kırk yıl süren komünist rejimden sonra demokrasinin alfabesini öğrenmeye başlayan Çekler, siyasi sınıfın daha fazla yozlaşmasına izin vermiyor ve eyleme geçiyorlar.
Ve de ‘şeffaflıktan’ yana tavır koyuyorlar.
Toplumun talebi bu yönü gösterince Cumhurbaşkanı Havel, durumdan vazife çıkarıyor ve ‘durum çok ciddi bu hükümetin istifası tek geçerli çözümdür’ diyerek sistemi ve gelecek kuşakların geleceğini sahipleniyor.
Havel'in haklı müdahelesi, reformcu kimliğiyle Batı dünyasının gözünü boyamış olan Klaus'un siyasi yaşamını bitiriyor.
Hukuk düzeni ve demokrasi stajındaki Çek Cumhuriyeti ciddi bir sınav veriyor. Yasaların hakimiyetini korumaya yönelik bu tutumuyla.
Klaus, işbitiriciliği, nadanlığı ve de kuralsız serbest piyasa düzenine sonsuz bağlılığı ile tanınıyor.
Küstahlık ve nobranlıkla yönettiği ülkesinde çok sevildiği söylenemez Klaus'un. Ama nedense, komünizm sonrası serbest piyasaya geçme antremanları sırasında Klaus gibi bir teknik direktöre ihtiyaç duymuş Çekler.
O da beş yıl boyunca işbitiricilik madalyaları takmış. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin en ‘imanlı serbest piyasacısı’ ödülleriyle donatılmış.
Özelleştirmede kuralsızlık kuralı olmuş Klaus'un. Halka hisse senedi dağıtarak gerçekleştirdiği özelleştirme progamında bildiğini okumuş. Sermaye piyasası kurulunun denetiminden kaçmış.
Yolsuzlukları kurduğu sistemin çerezi gibi sunmaya çalışmış.
Klaus, kapitalizm diye umut satmış yıllarca. Ve zaman, ortada bir mucizenin olmadığını ancak Devlet'in çok fazla yolsuzluğa karıştığını kanıtlıyor bugün.
Çok yakından bildiğimiz senaryolar bunlar.
Ancak burada üzerinde düşünülmesi gereken olay, Çekler'in pislikten arınma dirayetini gösterebilmeleri bence.
Demokrasi stajındaki bir ülkenin şeffaflık mücadelesi verebilmesi.
İnsan sormadan edemiyor. Acaba bizim siyasi partilere, kimler bağış yapıyor? Ne kadar bağış yapıyor?
Hangi siyasetçinin ev kirasını hangi iş adamı ödüyor?
‘Ben bir kuruş bağış almadım’, diyebilecek tek bir parti çıkabilir mi?
Çok acı ama, pisliğini temizleme çabası gösteren Çek Cumhuriyeti'nin Avrupa Birliği'ne girme şansı bizden çok daha büyük.
Paylaş