Büyük pazar güdük kafa

Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

Haberin artık değeri de kalmadı.

Satır aralarında kaynayıp gidiyor.

Avrupa'nın Türkiye'ye yönelik ‘güdük siyaseti’ hızla haber niteliğini yitiriyor. Kınamak için ne manşet çekiliyor ne de haber birinci sayfaya giriyor.

Önemsenmeyecek kadar ‘zavallılaşmak’ acaba nasıl bir duygu olmalı?

Avrupa'nın Türkiye yönelik siyaseti giderek ciddi bir ‘saplantı’ ve bir ‘zihinsel kireçlenmeyi’ yansıtıyor.

Olay şu:

Geçtiğimiz perşembe günü Avrupa Parlamentosu, Gümrük Birliği çerçevesinde, Avrupa'nın Türkiye'ye taahhüt ettiği 53 milyon ECU'lük mali yardımı askıya alma kararını bir kez daha tekrarladı.

Böylelikle Türkiye'nin dişinin kovuğunu doldurmayacak mali yardımın hiçbir zaman askıdan inmeyeceği de belli oldu.

Aslında bir mesajdı bu karar.

Avrupalılar'ın bu kararı, Türkiye'nin Yunanistan'la dialog eksikliği, Kardak krizi nedeniyle Türkiye'nin Avrupa sınırlarını tanımaması, Gümrük Birliği'ne açıklık kazandırılmaması gibi suya tirit nedenlere bağlandı.

Kısaca, vitrine bu gerekçeler asıldı.

İşin özünde ise ‘Avrupa kaynaklarını Türkiye’ye kullandırmamak' gibi ‘güdük’ ve ‘ilkel’ bir anlayış bulunuyor.

Vizyonsuz kafalar, bu tür ‘küçük’ ve ‘sıradan’ yöntemlerle Türkiye'yi, Avrupa'dan tecrit etme siyasetini sürdürüyorlar.

Şimdi bu güdük kafalara sormak gerekiyor.

53 milyon ECU'yle (yaklaşık 46 milyon dolar), Türkiye büyüklüğündeki bir ülkeye ceza verilebilinir mi?

Avrupa'nın vizyonu 53 milyon ECU boyutlarında mı?

Bugünün dünyasında değil Türkiye çapındaki ülkeler, şirketler bile gerektiğinde 53 milyon ECU'ye ellerinin tersiyle vurup geçebiliyorlar.

50 milyon dolar, 1980'de Türkiye'nin kahve faturasıydı. Yani acı kahvenin değeri.

53 milyon ECU'lük şantaj ya da 48 milyon dolarlık ödül...Çok çarpıcı bir ‘küçüklük’ ölçüsü değil mi bu?

Olayın siyasi ve de psikolojik boyutuna gelince.

Bu köşeyi izleyenlerin çok yakından bildikleri gibi, Türkiye'nin, Avrupa ile ilişkilerindeki yetersizlikleri, yanlışları ciddi eleştirilere hedef olmuştur. Özellikle demokratikleşme ve insan hakları yönünde Türkiye'nin önce kendi toplumu için atması gereken adımlar her zaman savunulagelmiştir.

Ama bugün, üç aylık bir hükümetin belli önlemleri almak için yaptığı açılımlara rağmen, otomatiğe basmış gibi Avrupa Parlamentosu'nun mali yardıma ‘hayır’ demesinin bir izahı olamaz.

Avrupa'nın onayıyla Kıbrıs'a füze yerleştiriliyor, Yunanistan'ın Dışişleri Bakanı çıkıp, ‘Türkler’e ırz düşmanı' diyor, sonra dialog eksikliği gerekçesiyle Avrupa mali yardımı askıya alıyor...

Bu artık gerçeküstü bir durum arz etmekte.

Avrupa gibi ince bir uygarlığın böylesine güdük refleksler vermesi, bütün siyasi analizleri aşıyor. Bu noktada gerçekten psikolojinin devreye girmesi gerekiyor.

Çünkü ortadaki ruhsal denge problemli.

Bu kadar çok saplantı. Çevrede dolaşan manipülatörlerin bu denli etkisinde kalmak. Anlamamakta bu kadar direnmek. Israrla öğrenmemek. Ve de en korkuncu ‘farklılıklardan’ bu denli korkmak.

Bu ruh haline sahip bir topluluğun kendisine ve dünyaya hayrı olur mu?

Yazarın Tüm Yazıları