Blöf beklentisine karşı kararlılık

Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

Devlet adamı tavrından kasaba siyasetçisi üslubuna dönüşmemeli Avrupa'ya karşı yürütülen politikalar.

Kararlılıktan ve prensiplerden ödün veren, yorulup ısrarcılığı bırakan, küçük hesaplar uğruna büyük resmi göremeyen taşra politikacılığına terk edilemez bugün Avrupa'yla gelinen tarihi karar noktası.

Başbakan'ın, gelecek kuşaklara karşı en büyük sorumluluğu, Türkiye'nin Avrupa'dan dışlanması üzerine gösterdiği tepkinin takipçisi olmasıdır.

Bu noktada toplumun duyarlılığını ve siyasetin tansiyonunu kesinlikle düşürmemektir.

Kıytırık seçim hesapları, Amerika'da Clintonlar'la çoluk çocuk sohbetli aile görüşmesi, iki buçuk milyar dolarlık uçak alışverişi vs.'yle kafa bulunacak bir ortamda değiliz kesinlikle.

Kaldı ki Yılmaz'ın Amerika seferinden çıkan sonuç, Avrupa'nın sert bir üslupla söylediklerinden pek farklı değil doğrusu. Aradaki tek fark, Avrupa'nın söyledikleri tehdit, Amerika'nınkiler ise nasihat şeklinde oldu.

Biz de tehdide sinirlendik, Amerikan malı nasihatı ise içimize sindirdik. (Bazı köşe yazarlarının Yılmaz'ın Amerika seferiyle ilgili yorumları gerçekten ibret vericiydi).

Avrupa ile ilişkilerde gevşeme, rehavete kapılma olamaz, çünkü Avrupa, bütün hesaplarını Türkiye'nin laçkalaşma potansiyeli ve yeteneğine üzerine kuruyor.

Batı basınının satır aralarına yansıyan bu düşünce, European Voice adlı bir haftalık dergide iyice su üstünde çıktı. European Voice (Avrupa'nın Sesi), Birliğin resmi yayın organı değil ama içerdeki sesleri yansıtmak açısından ilginç ipuçları sunuyor.

Lüksemburg Zirvesi sonrasında Türkiye Avrupa ilişkilerini yorumlayan yazılarda özetle şöyle denilmekte:

‘Türkiye’ye yönelik kararlarda bütün hesap, Türkiye nasıl olsa tepki göstermez, bu nedenle en ağır koşulları getirelim fikri üzerine kuruldu.'

Bugün görülüyor ki ‘Türkiye’yi yokmuş gibi sayıp işimize devam edelim' siyaseti ‘Türkiye’nin yok sayılamayacağı anlaşılınca' bir paniğe dönüşmüş durumda.

Pragmatik İngiliz yaklaşımının tonlarını taşıyan European Voice'un yorumları şöyle devam ediyor.

‘Türkiye’nin tepkisi iç siyasi tüketime yönelik bir fevrilik olarak algılandı. Ama fırtına sanıldığı gibi hemen dinmedi'.

Şimdi anlaşılıyor ki Türkiye'nin tepkisinden sonra Avrupa'nın karar odaklarına iki görüş hakim olmuş. Birincisi ‘Türkiye blöf yapıyor. Nasıl olsa tepkisi söner’ şeklinde. Diğeri ise ‘Avrupa hata yaptı. Bu nasıl düzeltilebilir? doğrultusunda.

Avrupa Birliği’nin bu iç çelişkisini çok iyi değerlendirmek gerekiyor.

Bunun da yolu sinirlenmeden ilk başta ortaya konan çizgiyi devam ettirmek olmalı. Blöf beklentisine karşı kararlı ve tutarlı tutum.

Bütün mesele de bu. Çünkü hiçbir konuda kararlılık gösterememiş olan bir hükümetin bu işin altından nasıl kalkacağı insanı ümitsizliğe sürüklüyor.

Bu iş, Güneş Taner'in, ‘ekonomiyi yönetiyorum, enflasyonu havlatıyorum’ falan demesine benzemez. Ekonomiyi yürüttüğünü sanan kafalar gibi Avrupa politikası şekillendirilemez.

Başbakan Yılmaz'ın bu konuda, devlet adamı gibi başlayıp kasaba siyasetçisi gibi bitirmeye hakkı yok.

Yazarın Tüm Yazıları