Paylaş
Türkiye'de görev yapan Avrupalı bir diplomat geçtiğimiz cuma günü şu soruyu yöneltiyordu:
Büyük kentlerde, İspanya'da olduğu gibi terörü lanetlemek için geniş ve kapsamlı gösteriler olacak mı, diye.
Hatırlanacağı gibi İspanya'da, Bask militanların giriştiği terör eylemlerinden sonra son zamanlarda milyonlarca insan sokağa dökülmüştü. Bu kitle gösterileri birer demokrasi gösterisine dönüşmüştü.
Teröre karşı verilecek en anlamlı ve de güçlü mesaj da bu zaten. Demokrasiyi teslim almaya kararlı karanlık odaklara karşı demokrasiye inananların tavizsiz beraberliği. O gösterilere, İspanya'da demokrasiyi sahiplenen Basklar da katılmıştı.
Milyonların gösterisi Dünya'nın bütün televizyon kallarınca yansıtıldı. 20. yüzyılın yüzakı görüntülerdi bunlar. Ve de İspanyol medyası teröre karşı demokrasinin gücünü sayfalara ve de ekrana yansıtmakta son derece cömert davranmıştı.
Sahiplenilmeyen her dava sanaldır. Ve de sanal kalmaya mahkûmdur.
Bakıyorum da Abdi İpekçi'den, Uğur Mumcu'ya, Çetin Emeç'e, Bahriye Üçok'a, Musa Anter'e, Kışlalı'ya kadar genişleyen bu korkunç tabloya, hangi birini bir korkunç demokrasi cinayeti olarak ele aldık?
Ve ne kadar sahiplendik?
Delilleri yok edilen davalara ne kadar tepki gösterdik?
Demokrasiyi kendimize ne kadar láyik gördük?
Laikliğin yanısıra demokrasinin de tehdit altında olduğunu yeterince görebildik mi? Bunu çok derinlerde hissedebildik mi?
Ve de gösterdiğimiz her tepki ne oranda bu ülkenin demokratileşme ufkuna yeni bir ışık kattı? Bu soruların yanıtı çok önemli çünkü her faciadan sonra siyasilere karşı yöneltilen haklı protestolar bile giderek bir protesto enflasyonuyla değerini yitirmek üzereler.
O zaman elde ne kalacak?
* * *
Gene bir dizi kavram kargaşası ile zihinler bulandırılmaya çalışılıyor.
İlginç olan şu ki Kışlalı cinayetinden sonra ortaya atılan bütün gerekçelerin hepsi de birbirine benziyor.
Avrupa kapısı açılırken böyle bir cinayetin olmasını doğal karşılayanların sayısı az değil.
Bakıyorum benzer bir senaryo da İran'da yapılıyor. İran'da yayımlanan Tehran Times Gazetesi'nin yorumu şöyle:
‘Bazı eller, İran ile Türkiye arasında sorun yaratmak için işbaşındalar. Bu ellerin Siyonist rejimle bağları açıktır. Ne zaman Türkiye bir Müslüman ülke ile ilişkilerini iyileştirmeye çalışsa bu eller fitneye başvuruyor. Türkiye, Ankara-Tahran ilişkilerine zarar vermek isteyenlerin kim olduğunu ortaya çıkartmalıdır’.
Türkiye, Ankara-Brüksel ilişkilerini bozmak isteyenleri de ortaya çıkartmak zorunda! Bu liste uzayıp gidiyor, belli çevreler, gizli eller vs.
Türkiye öyle bir noktada ki artık daha fazla bu ‘belli eller, belli çevreler’ muamması ile yaşayamaz.
Gerçek mücadele ekseni de burada yatıyor. Hiçbir demokrasi ‘belli eller ve de belli çevreler’ istibdadı altında barınamaz. ‘Belli eller ve belli çevrelerle’ organik ya da inorganik ilişkide olduğu varsayılan hiçbir siyasi partiye de gidip sandıkta şefkatle oy atılamaz.
Demokrasi şeffaflık ve erdem rejimidir.
Demokrat insan da erdemli ve şeffaftır!
Ve de terör karanlığını da ancak şefafflık deler geçer.
Paylaş