Paylaş
Son günlerde yabancı basının Türkiye ile ilgili yorumları son derece ilginç. Mensubu bulunduğum Türk basınını acımasızca eleştirdiğim için ‘Sen kendi haline bak’ şeklindeki yorumları da hiç üstüne almıyorum.
APO krizi bağlamında çok çarpıcı gazetecilik modelleriyle karşılaşmak mümkün.
İngiliz yayın kuruluşu BBC'nin haberlerini öğrencilik yıllarımdan beri izlemeye çalışırım. Özellikle de kriz anlarında.
Türkiye ile İtalya arasındaki krizi BBC'den izlerken gazetecilik adına epey etkilendim.
BBC, geçen haftaki bir yorumunda, Avrupa'nın açıklamasına yer verirken, açıklamanın PKK'nın terör örgütü olduğu yolundaki bölümünü nedense haberine yansıtmadı. Sadece Avrupa'nın İtalya'yı desteklediğini belirtti.
Bunun masum bir atlama olduğunu varsayalım.
Birkaç gün geçti. Son gelişmeleri içeren yeni bir yorum daha patladı.
BBC'ye göre Türkiye, APO'nun ateşkes çağrısını görmezlikten gelmeye devam ediyordu. (Bu arada, objektif gazetecilik yapılıp yorumdan önce helikopterin düştüğü ve on altı kişinin öldüğü de belirtilmişti).
Ve de yorum, ‘Türkiye bu olumsuz tutumunu, Sevr denen, varlığı ile yokluğu belli olmayan bir belgeye dayandırıyor’ diyordu.
Tabii bu, ‘Efendim, Sevr tarih oldu, geçmişte kaldı’ anlamına geliyor deyip geçiştirilebilinir. Öyle de yapılacaktır.
Ama BBC gibi yayıncılığı ve ayrıntıların önemini çok iyi bilen bir kurumun, Sevr'i, ‘varlığı ile yokluğu belli olmayan belge’ diye nitelemesini, vahim bir standart rezaleti olarak yorumluyorum.
Çünkü bizim mesleğimizde yukarıda saydığım üç unsur biraraya gelirse bunun adı, gazetecilik değil bir tür propagandadır. Ya da belli merciilerin sözcülüğüdür.
Standartların ucuz oyunlara feda edilmesi özellikle de gazeteciliğin siyasi tezgâhların malzemesi haline gelmesi çok düşündürücü.
Demokrasi şeffaflık gerektirir. Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesidir demokrasinin temeli.
Biz, kendi eksikliklerimizin bilincindeyiz ve de mücadelesini yapmaya çalışıyorumz. Ama görülüyor ki ‘Ben mükemmelim’ diyenlerin de zaman zaman kendi mutfaklarına bir göz atmaları gerekiyor.
Avrupa'nın siyasi sınıfının bir bölümü, hukuk'u iptal etmek için karar alıyor. Bu karar tamamen siyasi.
Yani ‘Biz hukuku uygulamıyoruz. Hukuk’u uygulamama kararı alırken bir ilk'i de başlatıyoruz' diyor.
Kuşkusuz ki ileride korkunç sonuçlar doğuracak olan bu ‘ilk’i, Avrupa kamuoyuna yutturmak gerekli. Bu nasıl olacak? Avrupa basını, bu oyunun bir parçası olmaya mı hazırlanıyor?
En saygın basın kuruluşları, Avrupalı'yım kisvesi altında dolaşan birkaç şaklabanın sözcüsü durumuna mı düşüyor?
Kırmızı bültenle aranan bir teröristi yakala, sonra O'nun terörist olduğu görüşünden vazgeç. Yeni bir suç icat et. Ve de iki siyasetçinin aklıyla yeni bir mahkeme kurmaya kalkış. Ve de ateşkes ilân oldu, haydi gel masaya otur, de. Eğer gelirsen sana AB kapısını aralarız, elma şekeri filan veririz, diye cinlik yap.
Tanıdığım, yakından izlediğim Avrupa kamuoyunun, Avrupalı aydının, Kürt sorununa akılcı ve samimi bakan pekçok entelektüelin böyle bir senaryoyu içine sindirmeyeceğini biliyorum.
O zaman kamuoyunu yanıltmaya kimin hakkı var?
Sormak gerekiyor, kamuoyunu yanıltan basın kuruluşlarına...
Kaç Avrupalı, ‘Canımız istedi, şu sıralarda hukuk’u çiğniyoruz' diyenlerin peşinden gider?
Kaç Avrupalı bunun altına imzasını atar?
Hukuk'un iptali, fiilen ve resmen bütün Avrupalılar'ın girişimiyle mi gerçekleşiyor?
Böyle bir yanıltmayı Avrupa kamuoyu affetmez. Sonunda kendisini de tehdit edecek olan bu kararları alan hükümetleri alaşağı ediverir.
Onlar kovulur da, asıl hüzün verici olan saygın diye bellediğimiz bazı basın kuruluşlarının hali değil mi?
Paylaş