Zeynep Atikkan: Bayram sendromu

Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

Ellerinde olsa yılın 365 günü için bir bayram ‘‘imál’’ edip ‘‘ilán’’ edecekler! Geçen yıl tam bu sıralarda Helsinki Bayramı vardı. Bayram havası çok uzun sürmedi. Bayramsız kalmamak için başka bayramlar üretilip tedavüle sokuldu.

Aradan bir yıl geçti. Helsinki Bayramı'nın yerini Nice Bayramı aldı. Kuzey soğuklarından Fransa'nın Güney ılıklığına doğru bir iklim değişikliği ve de bitmez tükenmez umutlarla. Nice Bayramı katmerli geldi. Fener alaylarıyla kutlanacak kadar katmerli ve görkemli! Nice Bayramı IMF Bayramı'yla buluştu. Paşa çayı gibi bir bayram oldu! Hem de Şeker Bayramı ve yeni yılla denkleşti. Ortaya ‘‘Türkiye'nin mutluluk optimali’’ çıktı.

Hayırlı uğurlu olsun.

***

Önümüzdeki günlerde ‘‘faiz indi çıktı’’ yorumlarıyla IMF Bayramı'nda nasıl el öpüleceğine ve de ne kadar harçlık alınacağına dair yazılar çıkacak. İlgilenenleri bu ‘‘köşelerle’’ baş başa bırakıyorum.

Nice Bayramı'na gelince. Ciddi insanlar AB'yi, Türkiye'nin önündeki hayati bir gelecek projesi olarak gördükleri için olayı maytap patlatmadan değerlendirmeye çalışıyorlar. AB ile ilişkiler bir süreç. Bu süreç ‘‘konjonktürel bayramlarla’’ değil aksine uzun soluklu ve ciddi müzakerelerle yürüyor. Hatta çok sıkıcı bir süreç demek de abartılı olmaz!

Başbakan Ecevit ile Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in Avrupa Birliği'nin Nice'te yapacağı zirveye katılma kararını bu çerçeveye yerleştirmek gerekli; Türkiye, üyelik menziline giriyor. Bu, Türkiye'nin nerede olduğunu bilmesi açısından son derece önemli! Ve de Türkiye ne dış politika tercihinde ne de toplumsal reflekste AB hedefinden vazgeçmiş değil!

‘‘Zor günler bundan sonra başlıyor’’... Çok fazla ağıza düştüğü için bu saptamanın pek bir anlam ifade etmediğini biliyorum. Ancak gerçek olan bu; ‘‘zor günler şimdi başlıyor’’.

Türkiye'de kurallı bir toplum isteyenlerin gücü ve soluğu ‘‘modern bir devletin’’ işleyişi için gerekli reformları yeşertebilecek mi? Bu sorunun yanıtı doğrudan bizimle, kendi gerçeklerimizle irtibatlı. Kamu vicdanının bu noktada kesin bir kanaate varması gerekiyor.

Kendi ‘‘kurallı düzenini’’ yaratan ülkeler başkalarının çifte standardını mahkum etme gücünü ve meşruiyetini kazanırlar. Bu nokta çok önemli. Yoksa AB'nin gözünü kırpmadan uyguladığı ‘‘çifte standardı’’ ‘‘onlar zaten bir dinozor kulübü’’ diye kestirip atmak ister istemez bizim dinamizmimizin ne ‘‘kulübü’’ olduğu sorusunu gündeme getirir!

Yaşlı Avrupa, AB entegrasyonu ile ‘‘ulus devleti’’ yok etmeden ‘‘ulus devletin’’ çözmekte zorlandığı sorunlarla başa çıkma formülünü üretiyor. Ve de başarılı oluyor. Beğensek de beğenmesek de durum bu. Bu nedenle de yaşlı Avrupa, AB projesi sayesinde dinamik!

Dinamik bir projenin sahibi olmak köhne reflekslerden arınmak anlamına gelmiyor! Bu noktada AB açısından sorulması gereken doğru soru şu; ‘‘Bir proje sadece bir kültür için geçerliyse uzun vadede felç olmaya mahkum değil mi?

AB ile ilişkiler bir süreç işi. Bu süreçte sürekli gündeme gelecek konular bunlar. Egzoz borusundan, bankaların mülkiyet yapısına ve cezaevlerine kadar hayatın bütün kıvrımlarını kaplarcasına!

Bunun adını isterseniz ‘‘AB menzili’’ değil ‘‘hukuk toplumunun menzili’’ koyalım. Ama bu noktada kararlı olalım!

Yazarın Tüm Yazıları