Başarısızlığa rütbe

Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

Türkiye'de ne değişmeli ki, ülkeyi yönetecek insanlar yönetime gelsin?

Doğru soru bu.

Türkiye'ye başkanlık sistemine geçerse ülkeyi yönetecek nitelikte olan insanlar iş başına gelir mi?

Son günlerde kafaları karıştıran ve yanlış olan soru da bu ikincisi.

Türkiye'deki siyasi tıkanıklığın çözümüymüş gibi sunulan başkanlık sistemi için entellektüel promosyon çalışmaları başladı. Başı Cumhurbaşkanı Baba çekiyor.

Ve son derece ilginç yorumlar yapıyor.

Örneğin, ‘Yeni dünya, müthiş rüzgârlar getiriyor. Bunu anlayabilenler, kavrayabilenler, icaplarını yerini getirbilenler 21. yüzyıl başında ileriye gitme imkânı bulacaklar’ diyor.

Doğrudur.

O ‘müthiş’ rüzgârlar 1989'da esmeye başladı. Soğuk Savaşı toz duman eden şiddetli rüzgarlardı bunlar. Rüzgar, bütün Avrupa'yı yaladı geçti. Kendisini demokratik olarak tanımlayan ülkeler arasında bir tek Türkiye'nin yöneticileri Soğuk Savaş'ın bittiğini kavrayamadılar.

Bir tek Türkiye, Soğuk Savaş siyasetçilerini tasfiye edemedi.

Değişim rüzgarları 1989'da esmeye başlamıştı ve 1991'de Baba başbakandı.

Cumhurbaşkanı Demirel, ‘yeni cumhuriyet önerisinde’ ‘halkın parlamentodan kopuk’ olmaması gerektiğini söylüyor.

Peki halkı parlamentodan kim koparttı?

Ve de bence en ilginç saptamayı patlatıyor Cumhurbaşkanı, ‘Partilerin yapısındaki tahribatın sonucu olarak, bugün siyasi mücadelenin temelde iki ana siyasi akımın içindeki partiler arasında cereyan etmeye başladığını, partilerin karşıtlarından ziyade benzerleriyle çekişmelerinin, siyasetin seçeneklerinin birbirine karşırak belirsizleştiği bir yapıya götürüyor’ diyor.

Yani mücadele sağ ile sol arasında olması gerekirken, mücadelenin sağın ve solun kendi bünyesinde sürdüğünü anlatıyor. Pek yeni olmayan bir analiz bu. Çok yanlış olmamakla birlikte bu noktadaki doğru soru şu: ‘Sağı kim böldü’?

Bölünmüş sağı birleştirmeyen bir siyasetçinin şimdi başkanlık tutkalını piyasaya sürmesi ne kadar inandırıcı?

Aşağıdaki soruların yanıtı verilmeden sağdaki tutkal tutar mı?

Sağ neden bölündü?

Kişisel hesaplaşmalar yüzünden mi? Lider huysuzluğundan mı?

Sağın çağı yakalamaktaki beceriksizliğinden mi?

Talan etme kapışmasından mı?

Bu sorular tartışılmadıkça padişah kılıklı bir başbakan, başkanlık sandalyesine oturup ne yapacak bu ülkede? Susurluk'u çözüp, talanı mı durduracak? Popülizmi mi önleyecek?

Dürüst olalım, Türkiye'de bir başabakanın isteyip de yapamayacağı ne var? Tabii beceriksiz değilse, birilerinin kuklası değilse eğer.

Türkiye'deki merkez sağın bölünmüşlüğü mü kitliyor sistemi?

Diyelim ki sorun koalisyonlar ve de ANAP 300 milletvekiliyle iktidara geldi...

Sekiz yılı mı çıkartacaktı ANAP?

Ekonomiyi mi düzeltecek?

Susurluk'u mu çözecek? Çetelerle mi mücadele edecek?

Demokrasiyi mi güçlendirecek? Aktif bir Avrupa politikasını mı hayata geçirek?

Tabii aynı sorular DYP'nin bugünkü kadroları için de geçerli.

Bu başkanlık sistemi tartışması Türkiye'deki safları pek güzel teşhir ediyor. Fırsatçıları ve ucuzcuları afişe ediyor.

Devam edelim bu tartışmaya ki gerçek değişimi isteyenlerle sorumluluktan kaçıp yeri düzende kendilerine yer arayanlar ortaya çıksın.

Düzgün işleyen her yapıda, ancak başarılı insanların sorumluğu artırılır. Başarılının rütbesi yükseltilir.

Bizde ise ülkeyi rejim bunalımına sürükleyenlere, ‘buyrun biraz da başkanlık sistemini’yle yıpratın ülkeyi' deniliyor.

Sorunlar anlaşılmadan çözüm üretilmez. Biraz komik oluyor bütün bu tartışmalar.













Yazarın Tüm Yazıları