Paylaş
NEW YORK
SOKAKTA herkes birbiriyle konuşuyor.
Hangi konuda olursa olsun, çözümsüzlüğü ‘‘ulusal zaaf’’ gibi algılayan Amerikalı, seçim karambolünden en az hasarla çıkma peşinde.
Gazetecilikte ‘‘sokaktaki adamın’’ düşüncelerini öğrenip yansıtmak önemlidir. Ben de ‘‘sokaktaki kadının’’ seçim izlenimlerini anlamaya çalışıyorum.
Seçim sonuçlarını değerlendirirken ‘‘ikisi de layık değildi’’ diyorlar. İkisi arasında ‘‘kardeş payı’’ öneriyorlar. ‘‘İki yıl Bush başkan olsun, iki yıl Al Gore’’ demeye getiriyorlar.
* * *
Clinton'dan vazgeçemeyenler ise, ‘‘Çapkın filan ama bir üçüncü dönem Clinton kalsın, bu iki çoluk çocuğu da başkan yardımcısı yapsın’’ diyor.
Sokaktaki konuşmaların allanmış pullanmış şekline Amerikan basınında rastlıyorsunuz. Örneğin, Amerika'nın önde gelen dış politika yazarlarından Thomas L.Friedman, New York Times Gazetesi'nde 10 Kasım 2000 tarihli yazısında şöyle diyor: ‘‘Madem ki ülke ortadan ikiye bölündü, bir ulusal birlik hükümeti kurulmalı. İstikrarı korumanın tek çıkar yolu bu. Aksi takdirde zaferini ilan eden iki aday da günahkár olarak göreve başlayacaktır.’’
Bu arada sokaktaki tartışmaların önemli bir bölüm başlığını Hillary Clinton oluşturuyor. Yani Bush mu, Al Gore mu tartışması yapılırken araya mutlaka Hillary meselesi sıkışıyor. Ve bundan sonraki seçimlerin de facto başkan adayı Hillary Clinton mı olacak sorusu gündeme geliyor. Bu konu ‘‘tutkulu bir tartışmaya’’ dönüşüyor. Beyaz Saray'daki günlerinin sonuna yaklaşan Hillary'nin çok seveni olduğu izlenimini almadım. Ancak aklı ve yeteneği konusunda herkes hakkını teslim ediyor.
Silah lobisinin tutsağı bu maço toplumun, Avrupa'nın modern demokrasilerinde olduğu gibi, ‘‘kadın siyaset’’ ilişkisine pek kafa yorduğu yok. Önümüzdeki yıllarda Amerika'nın bir kadın başkanı olur mu, sorusu da bir ‘‘fantezi’’ gibi algılanıyor.
Ama siyasette Hillary faktörü diye bir ‘‘olgu’’nun ağırlığı hissediliyor. Bunun bir nedeni de, çağımız siyasetini şekillendiren ‘‘medya demokrasisi’’. Hillary'nin seçim kampanyası neredeyse Al Gore ve Bush'unki kadar medyanın gündemindeydi. Bugün hangi senatör Hillary Clinton kadar tanınıyor?
Amerikalılar Kasım 2000 seçimlerinin bir ‘‘milat’’ oluşturduğu düşüncesindeler. Uzmanların en ince ayrıntılarıyla tartıştıktan sonra ortaya atacakları tezlere göre ‘‘miladın’’ adı konacak.
Sokaktaki bir muhatabım, ‘‘Bütün bunların trajikomik olduğunu düşünmüyor musunuz?’’ diyordu. Bu saptama bana, Türkiye'de başkanlık sistemi özlemi çekenlerin ve Amerikanvari bir siyasi istikrarın rüyasını görenlerin trajikomikliğini anımsatıyor.
Dünyada Soğuk Savaş bitti. Bu gerçeği, Türk de, Rus da, Amerikalı da anlamak zorunda. Hayat ‘‘siyah’’ ve ‘‘beyaz’’ değil. Toplumları ‘‘siyah’’ ve ‘‘beyaz’’ diye birtakım toplum mühendisliği kalıplarına sıkıştırmak mümkün olmuyor. Kurumlar eskiyor. Yeni toplumsal denklemler ‘‘arkaik’’ kurumları taşımıyor.
Yeni temaları bünyesine katamayan siyasi partiler işte böyle parmak hesabıyla oy sayıp iktidar kovalamacası oynuyorlar.
Her şey siyah-beyaz iken WASP (beyaz, Anglosakson, Protestan) elitler Amerikan toplumunu rahatlıkla yönetiyorlardı. Bugünkü mozaik çok daha çeşitli ve ayırımlı. Örneğin, Hispanikler yani Katolik unsurlar, teknolojiyi kullanabilenlerle kullanamayanlar, klasik beyaz-siyah ayrışması vs. hepsi bir potada. Teknoloji patlamasıyla ekonomi Amerikan tarihinin en güçlü dönemlerinden birini yaşarken, bu ülkenin bağrındaki ‘‘üçüncü dünya’’nın hatları da daha keskinleşiyor. Bu seçimde teknolojiyi kullanamadıkları için oy vermesini beceremeyenlerin sonuçları allak bullak etmesi gibi.
* * *
Toplumlar bu kadar karmaşıklaşınca, siyasi partilerin bu kadar ‘‘sıradanlaşma lüksleri yok’’.
Al Gore şimdilik 327 oyla seçim kaybetmek üzere. Avrupa'daki Yeşiller'e yakın Nader'in 2 milyonun üzerinde oy aldığı dikkate alınırsa, ‘‘modern siyasette ne kadar çok yaratıcılığa ihtiyaç olduğu da’’ ortaya çıkıyor!
Paylaş