Paylaş
Lacivert kıyılardaki yaşama sevincinin yerini önyargı alırsa. Aşk melodilerinin notalarına kinin vurguları hakim olursa. Maviyle, buğday sarısının arasına serpişmiş o en güzel tonlar zorla karartılmaya çalışılırsa. Ve de üç büyük dinin hoşgörü havzası bir ayırımcılık mekânına dönüştürülmek istenirse...
Hiç de soyut satırlar değil bunlar.
Bir gazetecilik örneğinden düğmeye basıp Batı Avrupa'ya son zamanlarda musallat olan kronik hastalıktan söz etmek istiyorum.
Fransa'da yayınlanan haftalık Le Point dergisi, geçtiğimiz hafta bir Akdeniz dosyası hazırladı.
Dosyanın başlığı ‘Bizim Akdeniz’...
Ara başlıklar ise şöyle devam ediyor: ‘O, bilimi ve demokrasiyi keşfetti. Üç dini doğurdu, bir yaşam biçimini tanımladı.’
Yüz altmış sekiz sayfalık kocaman bir araştırma Akdeniz'in ayrıntılı bir portresini çiziyor.
Güncel sorunlar, Akdeniz'in büyük kentleri, Akdeniz uygarlığı ve de en önemlisi, bu lacivert havzadaki kültürel çoğulculuk, dosyada yer alıyor.
İlginçtir, kültürel çoğulculuğun bir Akdeniz markası olarak surulduğu dosyada Türkiye'ye ayrılan bölüme bakıyorum.
Tek bir başlık, İstanbul.
Ve de İstanbul'la ilgili tek bir konu ve tek bir fotograf, tiner çeken çocuklar. Bu insanlık dramı karşısında duyarsız kalmak tabii ki mümkün değil, ancak yüz altmış sekiz sayfalık Akdeniz dosyasında Türkiye'yi tinerci çocuklara indirgemek de ilginç bir gazetecilik anlayışı olmalı.
Türkiye'yi, Avrupa'dan dışlayan Lüksemburg kararlarının ardındaki hastalıklı bilinçaltını açıkça ortaya koymak için ilginç bir örnekti bu.
Olaya sadece gazetecilik tekniği açısından bakınca, bütün bir İstanbul dinamiğini, çok ciddi bir ‘dram’ olduğunu kabul ettiğim sokak çocuklarına indirgemenin de ayrı bir ‘entellektüel dram’ olduğunu düşünüyorum.
O dramın adı da, ne yazık ki bugün Avrupa Birliği'ne hakim olan ve de başta Akdeniz olmak üzere her yerdeki çoğulculuğu tehdit eden o korkunç ayrımıcılık.
Biliyorum, dürüst olan Batılı, ‘Biz sizi dışladık’ diyor. Bizdeki bir kesim de ‘Hayır dışlamadınız’ diye hâlâ ısrar ediyor.
Ama olay o kadar açık ki.
Lüksemburg kararlarından sonra, Avrupa basınını ciddi şekilde izleyenler, yukarıda yansıtmaya çalıştığım önyargılı ve de sonuç olarak ‘komik’ örnekleri görmekte zorluk çekmezler.
On iki milyonluk koca İstanbul. Pekçok talihsiz nedenlerle kozmopolitliğini yitirse de bugünki Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya denklemleri içinde yeniden bir dünya metropolü olmaya aday. Yeniden kıpır kıpır, yeniden çok boyutlu ve de bütün sıkıntılara rağmen küresel trende damgasını vurma çabasında.
Le Point'ın Akdeniz dosyası, Türkiye'yi sadece sokak çocuklarına indirgemiş. Aynı dosyanın ekonomik analizinde ise Jean-Louis Reiffers şöyle diyor:
‘Avrupa bir Hıristiyan kulübü olmamalı. Kimse itiraf edemiyor ama Türkiye’nin genişleme sürecinden dışlanması çok büyük hataydı.'
Lüksemburg kararlarının altyapısına ne yazık ki Reiffers'in gerçekçiliği değil, İstanbulû neredeyse yok sayan zihniyet hakim oldu.
Bu işin siyasi tarafı.
Olaya bir de gazetecilik yönünden bakılırsa...
Yani olayın tekniği açısından, İstanbul'u tek bir açıya indirgemek başarısı...
Bravo doğrusu!
Paylaş