Geçen yazımda Atina’nın İstanbul’a her açıdan nasıl fark attığını yazmıştım. Atina ziyaretim sırasında bizden geri bulduğum tek bir yanları vardı, şimdi de onu yazayım; şarapları...
Yunan ÅŸarapları, ÅŸarapseverlerce pek makbul ÅŸaraplardan sayılmasa da, Türk ÅŸaraplarının henüz esamisinin okunmadığı dünya ÅŸarap literatürüne girmeyi baÅŸarmış ÅŸaraplardır. Â
Atina’da gittiğim restoranlarda Yunanların kendi şaraplarına gösterdikleri saygı özellikle dikkatimi çekti. Hangi restorana gittiysek şarap mönülerinin çok büyük bir kısmını Yunan şaraplarına ayırdıklarına şahit oldum.
Tavernasından en lüksüne, yerli halka hitap edenlerinden en turistik olanlarına kadar tüm restoranlarda şarap mönüsü ya tamamen Yunan şaraplarından oluşuyordu, ya da en az yüzde 70’i...
Yüzde 30 yabancı şaraba yer veren mönülerde de sadece Fransız, İtalyan ve çok nadir olarak Kaliforniya şarapları yer alıyordu. Şili, Arjantin, Avustralya ve Güney Afrika’nın ucuz, kalitesiz şaraplarına tenezzül eden tek bir restorana dahi rastlamadım.
Bizde ise durum tam tersine. Şili ve Arjantin’den gelen ucuz, kalitesiz şaraplar en lüks restoranlarımızın bile şarap mönülerini istila etmiş durumda. Bunlar yetmiyormuş gibi Fransa ve İtalya şaraplarının da kalitesizleri prim yapıyor restoranlarımızda.
Bizde ise en salaş restoranda bile köpek öldürenin şişesi 40-50 YTL’den başlıyor. Çok kötü bir yabancı ya da iyi bir yerli şarabı ancak 75-100 YTL’ye içebiliyoruz Türk restoranlarında. Çok kaliteli şarapların ise yanına yaklaşılmıyor.
Kabahat restorancılarımızda değil. Şarap kültürü ve zevki gelişmemiş müşterilerin, iyi yerli şaraplarla hemen hemen aynı fiyata satılan kötü ithal şarapları seçmesi doğal.
Ama sorun burada da bitmiyor. Asıl suçlu Türk şarap sektöründeki ağır vergilerdi.
Atina ve İstanbul restoranlarının şarap mönüleri arasındaki fiyat uçurumunun nedeni şaraba uygulanan fahiş vergiler.
İşin ilginç yanı şarabın anavatanlarından biri olan Yunanistan’ın da dünya şarap sahnesinden çekilmesine az daha biz sebep oluyormuşuz. Hem de aynı silahla, yani ağır vergilerle.
Osmanlı döneminde Müslüman olmayan tebaya şarap üretme yasağı uygulanmıyormuş ama şarap üreticilerine uygulanan ağır vergiler, Yunan şarabını dünya üzerinden silmeyi başarmış.
Yunan şarabı ancak 1937’de Yunan hükümetinin verdiği destekle kıpırdanmış, ayağa kalkmaya ise 1960’larda başlamış.
Türkiye’de de şarapçılık 700 yıllık bir uyku döneminin sonunda Atatürk’ün kurduğu şarap fabrikasıyla kıpırdanmış. 2000’in başında tam ayağa kalkarken ise tepesinde vergi balyozunu buluvermiş. Yunanistan’da 130 bin hektar üzüm ekili alandan yılda 400 milyon litre şarap üretiliyor.
Türkiye ise 590 bin hektarlık üzüm ekili arazisiyle, dünyanın dördüncü büyük üzüm yetiştiricisi. Ancak bu kadar üzümün sadece 33 milyon litresi katma değerli şaraba dönüşebiliyor, gerisi çöp fiyatına sofralarda tüketiliyor.
Kısacası Yunan şarabı Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla ayağa kalkmayı başarmış. Türk şarabı ise hálá beyinlerdeki prangalara bağlı... Ve Türk şarapçılığı son yıllarda Yunan şaraplarından kat kat üstün, çok daha kaliteli şaraplara imza atmasına rağmen vergi yüzünden Yunanistan’ın gerisinde kalıyor.