Yasemin Bozkurt’tan önce şu adamı susturun

Yasemin Bozkurt günah keçisi yapılmaya kalkışılınca, Enis Berberoğlu nefis bir yazı yazdı.

‘Galiba yine sebeple sonucu karıştırıyoruz’, dedi; ‘Cinayetler TV’deki şiddet görüntüleri, küfürlü tartışmalar nedeniyle artmıyor. Çünkü sadece ekrana çıktığı için adam öldüren yoktur. Habercilik/yayıncılık açısından asıl cinayet, adam öldürene kamera çevirip mikrofon tutmaktır, övmektir.’

Berberoğlu’nun bir tek ‘Bu kadarını da kimse yapmıyor zaten’, cümlesine itirazım var. Bir katil var ki, bu katil karşısında medya çok vurdum duymaz. Katile mikrofon tutmakla kalmıyor, yardakçılık, hatta tetikçilik bile yapıyor. Bu katilin adı sigara...

Berberoğlu’nun yazısından bir hafta önce, tüm gazeteler sigara lobisinin cirit alanına dönmüştü. Medya sigara lobisinin sözcülüğünü üstlenen Philip Morris Başkan Yardımcısı David Davies’e, yani sigaranın avukatına mikrofon uzatmakta birbiriyle yarıştı. Berberoğlu’nun yazısından daha bir gün önce, sekizinci sayfanın manşetini katilin ekmeğine yağ süren ‘Sigara ve içkide vergi arttı, tahsilat azaldı’ başlığı süslüyordu.

Aynı sayfada, sigara lobisinin sözcüsü David Davies’e yine mikrofon uzatılmıştı. Davies sigaradan alınan verginin nedenlerini ustaca çarpıtıyordu. Sigaradan alınan verginin asıl nedeninin sigaranın yol açtığı sağlık harcamalarını finanse etmek olduğunu gizliyordu. Sigaranın sadece içenin değil çevresindeki insanların da sağlığını tehdit ettiği gerçeğini gözlerden uzak tutmaya çalışıyordu.

Biri çıksın, sustursun artık şu adamı. Medya, ‘Türkiye’yi sigaracıların son kalesi yapmak isteyenler’in propaganda aleti olmamalı.

Fikir kavgası adap gerektirir

Kimler köşe yazarı oluyor diye hayıflananlardan değilim. Çeşit çeşit yazar var. Her kör satıcının bir kör alıcısı olurmuş. Okuru olan yazar da olur, bunda eleştirecek bir şey yok.

Ama her önüne gelenin profesör olabildiği bir ülkede, yolunda gitmeyen bir şeyler var demektir.

Adam kendini o kadar büyük görüyor ki, hakaretlerini sıralarken ismimi vermeyi bile lütuftan saymış. İsmimi vermediğine göre ben de ismini vermeyeyim. Şark profesörü (bon pour l’orient) desem kim olduğunu herkes anlar.

Değer verip bir yazısını eleştirmiştim. Hitler’in Kavgam kitabının okunma oranıyla ilgili bir araştırma yaptırmış. Kavgam’ı okuyanların sayısı yüzde 2 çıkınca, bu kadar az okunan bir kitap üzerine bu kadar çok yazı yazılır mı diye hesap soruyordu. Ben de 15 yaş üstü nüfusun yüzde 2’si 1 milyon kişi eder. Türkiye için çok büyük bir rakam. Prof. (...) bu kadar çok okunan kitap hakkında yazanlara hesap sormaya kalkışmış, ‘ya hesap bilmiyor ya hesap sormayı’ demiştim.

Vay efendim, adam hızını alamamış, bir araba hakaret sıralamış. Ne aptallığım kalmış, ne hıyarlığım... Üfürmeyi seven biri olduğumu da eklemeyi unutmamış. Üstelik kek durumuna da düşmüşmüşüm.

Neden mi kek durumuna düşmüşüm. Telefon açıp sorsam öğrenecekmişim. Araştırmada 15-60 yaş arası Türkiye kent nüfusu kapsanmış (bu arada Türkiye kent nüfusu 26,5 milyon, yüzde 2’si 530 bin kişi eder). Birkaç cümle sonra eklemiş, (nedense tüm şehirli nüfusu da değil) 100 bin kişi ve üzeri nüfusa sahip yerleri temsil eden 10 milyon kişiyi baz almışlarmış. Şark profesöründen köşe yazarı olursa, olacağı bu. Adam araştırmasının kaynağını bile vermez, sadece 10 milyon kişiyi temsil eden bir araştırmayı tüm Türkiye nüfusunu temsil ediyormuş gibi yazar. Sonra da kalkar hesap sorar. Yetmez hakaretler savurur.

Hadi bunları da geçelim, adamın yetkinlik seviyesini bildiğim için şüphelenmem gerekirdi diyelim. Öyle olsa bile Kavgam’ı okuyan kentli sayısı 200 bini buluyor. Ve hadi kasaba profesörünün gönlü hoş olsun, nüfusu 100 bini geçmeyen yerlerde, nüfusun yüzde 87’sinin sıfır kitap aldığını varsayayım (Boğaziçi’ndeki istatistik hocam Prof. Yılmaz Esmer duymasın bu yaptığımı). Tüm bu zorlamalara rağmen, bir kitabın Türkiye’de 200 bin satması sevgili kasaba profesörümüze göre olay değil midir? Beş, on bin kişinin seyrettiği sinema filmleri üzerinde ahkam kesmeye kalkışan kendisi değil mi?

Profesör bir de terbiye sınırlarını aşmakla suçluyor beni. Üstelik yazıma atıfta bulunurken bile üç kağıda başvurmuş. Tırnak içinde verdiği cümlelerin hiçbiri benim değil. Sözde ‘Prof. (...) hesap mı bilmiyor yoksa dayak mı yememiş’, diye yazmışım. Hakaret yetmemiş, yalana da sarılmış. Vah öğrencilerinin başına...
Yazarın Tüm Yazıları