Vapurlar süs değil ulaşım aracı -III-

İstanbul vapurlarının süs değil, ulaşım aracı olduğunu, yenilenmesi, modernize edilmesinin şart olduğunu yazdığım yazıya Mustafa Altıoklar’dan itiraz geldi.

Mustafa Altıoklar ile samimi olmasak da, tanışırız. Yıllar önce She Bar’da başlayan tanışıklığımız, Bebek Kahve’de sürdü.

Vapurların İstanbul’a kattığı ruhu vurgulamak için iki örnek vermiş. "She Bar’ı She Bar yapan Ozi (Omzuna yaptırdığı dövme yüzünden katledilen nev-i şahsına münhasır barmen) maalesef aramızda yok ve She Bar da eskisi gibi değil", diyor, "Maalesef Affan da bırakıp gitti ve artık Bebek Kahve eskisi kadar şiddetle çağırmıyor beni... Yani mekanları kendileri değil, ruhları özel kılar, nostaljik kılar"...

Ve lafı İstanbul vapurlarına getirmiş, "İstanbul, eski vapurlarıyla da tanımlanır, binbir tanımıyla birlikte. Yüzyıl sonra kimse İstanbul’u sekiz numaralı vapurla tanımlamayacak" demiş.

Sonra da her nedense yazımda modern tasarımlı vapurun daha hızlı, daha güvenli olduğunu iddia ettiğim kanaatine varmış. Hiç de öyle bir şey yazmamıştım oysa.

Sanırım İstanbul’un deniz ulaşım ihtiyacına en iyi cevabı verecek modelin kazanması gerektiği konusunda Hıncal Uluç ile aynı fikirde olmam yanıltmış Mustafa Altıoklar’ı. Uluç’la teoride hemfikiriz ama farklı sonuçlara varıyoruz. O oylamaya sunulan modeller arasından en modern görünümlü sekiz numarayı favorisi olarak gösteriyor.

Benimse herhangi bir favorim yok. Böylesine uzmanlık isteyen bir konuda oylama yapmanın şovdan ibaret olduğunu, İstanbul’un ulaşım sorununu en iyi çözecek modelin geliştirilmesi gerektiğini savunuyorum.

Önce fonksiyon düşünülsün, sonra üzerine nostaljik çizgiler giydirilsin diyorum. Fonksiyon ile nostalji buluşabiliyorsa ne álá... Yok buluşamıyorsa, fonksiyon kazanmalı, nostalji turistik seferlere ayrılacak birkaç eski vapura bırakılmalı diyorum.

Mustafa Altıoklar’la da temelde hemfikirim; Mekanlara ruh katan kişiliklerdir. İşte tam da bu sebeple, İstanbul’un yeni vapurlarında geçmişe fazla özenmenin alemi yok diyorum.

Barmen Oğuz’un benzerini bulup, omzuna aynı dövmeyi yaptırtıp She Bar’a koysak, She Bar yine eski She Bar olmaz. Affan’ın ikizi olsa yine Affan’ın yerini dolduramaz.

Zaman akıp gidiyor, hiçbir şey asla eskisi gibi olamıyor. Gidenin yeri doldurulamıyor. İstanbul vapurları da miadını doldurdu. İstanbul’un ihtiyaçları değişti ve bu ihtiyaçları karşılayacak teknolojiler de gelişti.

İstanbul vapurlarının anısını yaşatmanın doğru yolu kopyalarını yapmak değil, birkaçını turistik seferlere ayırmak. Belki bir de Mustafa Altıoklar gibi çok yetenekli bir yönetmenin başyapıtının, kimi sahnelerine fon yapmak...

İnsanlığın Gerçek Dostları

Sadece kendim için değil, gazetem için de çok büyük bir gurur kaynağı olduğunu sandığımdan, gazetede yayınlanan yazılarımdan dolayı aldığım bu ödül gazetemde haber olur diye bekledim.

Olmadı. Bana da bugüne kadar aldığım ödüller arasında en gurur verici olanı olarak kabul ettiğim bu ödülle kendi kendime övünmek kaldı.

Ama görmemişin ödülü olmuş durumuna düşmekten utanmıyorum. Çünkü bu ödül, gururumu dışa vurmaktan utanmayacağım kadar önemli bir ödül.

Sigarayla Savaşanlar Vakfı ve Derneği tarafından, sigaraya karşı etkin mücadele verenlere veriliyor. Adı "İnsanlığın Gerçek Dostu Ödülleri". Abartılı bir ad gibi ama değil.

Sigara gibi insanlığın başına, en büyük savaşlardan bile daha büyük dertler açmış, en büyük savaşlar ve doğal felaketlerin toplamından daha fazla ölüme neden olmuş bir belayla, dostlarımın antipatisini üzerimde toplamak, basit ve densiz şakalara maruz kalmak pahasına, yılmadan savaşıyor olmamın karşılığı olan bu manevi ödülü hiçbir maddi değerle değişmem.

Recep Akdağ, Nevzat Doğan, Bingür Sönmez, Ahmet Paksoy, Cem Arslan, Erdoğan Demirören, Jean Tigana, Diş Dostları Derneği, Expo Channel "Franchising" programı, HaberTürk "Weekend" programı, Sıddık Eraslan ve Meriç Köyatası ile birlikte layık görüldüğüm bu paha biçilmez ödülü, sigara karşıtı yazılarıma destek veren ve bazıları sigara tiryakisi de olan okurlarımla paylaşmaktan gurur duyuyorum.

Yırtılan yaprak magazin şovu

Atatürk’ün evindeki ziyaretçi defterine iliştirilen mesaj, mesajın yırtılması ve sonrasındaki gelişmeler tümüyle magazinel bir şovdan ibaret.

Sizi küçük düşürdüğüne inandığınız bir sözü yaymak için çaba gösterir miydiniz? Kimse istemez herhalde değil mi?

Hükümet üyeleri, mesajda kendilerine hakaret edildiğini öne sürerek birer birer dava açmaya hazırlanıyorlarmış.

İyi de Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek televizyon kameraları karşısında okuyana kadar mesajda yazılanları kimse bilmiyordu.

Hükümet üyelerini küçültücü ifadeler taşıyan mesajın yayılması için Hükümet Sözcüsü neden efor sarfediyor? Mesajdaki ifadelerin yayılmasında bir sakınca yoksa, mesajın onur kırıcı, kişilik haklarını zedeleyici bir etkisi yok demektir. O halde dava etmenin anlamı da yok.

Eğer varsa, o zaman Cemil Çiçek onur kırıcı bu mesajın geniş kitlelere ulaşmasına neden aracılık etsin ki?

Dokunulmazlıkları olanların, sade vatandaşlara dava açması, elleri kolları bağlı boksörü yumruklamaya benzemiyor mu?
Yazarın Tüm Yazıları