Bayram tatillerinin kimsenin dikkatini çekmeyen bir işlevi daha var. Türkiye’de Tarkan’dan başka gerçek star olmadığını ortaya koyan konserlere sahne oluyorlar.
Gerçek bir pop yıldızı (popu burada "popüler müzik" anlamıyla kullanıyorum, müzik tarzı olarak değil) ya da daha az kavram kargaşası yaratacak terimiyle gerçek bir mega star büyük konserler ve büyük konser turneleri dışında sahneye çıkmaz.
Gerçek mega star, birkaç bin dolar için ekstraya çıkmaya tenezzül etmez. Albümlerinden, konserlerinden, turnelerinden, sponsorlarından, rol aldığı reklamlardan elde ettiği gelir öylesine astronomiktir ki, yüzbin dolar bile olsa bir tatil kasabasındaki tatil köyünün konferans salonundan bozma gecekondu gazinosunda tatilcilerin çatal bıçak şakırtılarına katlanmaz.
Süper starlık, mega starlık sadece kazanılan parayla ölçülebilecek bir kavram da değil üstelik. İkisi de astronomik gelir sahibi iki şarkıcıyı ele alın örneğin. Biri geliriyle yetinip enerjisini kendini aşmaya çalışan yeni eserler yaratabilmek için harcıyorken, diğeri kendini ekstralara çıkmakla harap ediyorsa; birincisine mega star, ikincisine kuyrukluyıldız derler.
Bunlar, uzayda kara kara gezerken içine girdikleri güneş sistemlerinin gerçek yıldızlarından aldıkları enerjiyle parlayıp, sistemden çıkınca sönen kuyrukluyıldızlara benzerler.
Türkiye’de ortalıkta süper starım diye dolaşanların halleri de biraz bu kuyrukluyıldızları andırıyor.
Bayram geliyor hurra otellere, yılbaşı geliyor hurra gece kulüplerine, yaz geliyor hurra bayi toplantılarına... Süper stara bu mu yakışır?
Bu bayram da Antalya, Kıbrıs otellerinde ekstraya çıkan isimler arasında kimler yok ki: İbrahim Tatlıses, Hülya Avşar, Bülent Ersoy, Emel Sayın, Muazzez Abacı, Serdar Ortaç, Seda Sayan, Sibel Can, Ebru Gündeş...
Şimdi eğer bu isimlere illa süper star, mega star diyeceksek Tarkan’a başka bir isim bulmalıyız.
Belki evrensel bir yıldız olmayı o da hálá başaramadı (aacayipsin albümünü aşmayı başarması buna yetecek aslında) ama Türkiye’nin evrensel tanımıyla tek bir yıldızı var; Tarkan...
Göbeğini kaşıyanı bırak asansöre binmeyi bilmeyene bak
Bayramın son günü üç yaşındaki oğlum Sungur Tibet’i Cevahir Alışveriş Merkezi’ndeki Atlantis oyun parkına götürdüm.
Öğlen olmadan gidip önce Katris’te yemek yedik. Daha önce de yazmıştım, Katris Türkiye’de dana eti yemek için en iyi restoran. Hem etler Türkiye’de başka bir yerde bulamayacağınız kadar iyi, hem en doğru şekilde pişiriliyor, hem de işini en severek yapan garsonlarca servis ediliyor.
Yemekten önce girdiğimizde Cevahir bomboştu. Çıktığımızda iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalıkla karşılaştık.
Atlantis’te de durum farklı değildi. Birkaç şeye binip çıkalım dedik.
Asansörün önünde bekleyen altı, yedi kişilik grubun arkasına geçtik. En önde iki çocuklu bir anne baba. Ellerinde de birer çocuk arabası.
Asansör geldi, bir karmaşa. Herkes bindi en öndeki çocuklu aile arkada kaldı. Asansör gelmeden bekleyenler arasında olmayan, o sırada gelen bir adam da önlerine geçip asansöre binmeye kalkışınca baba dayanamadı. Adama çıkıştı. Ufak çaplı tartışma sırasında asansörün kapıları kapandı ve hepimiz dışarıda kaldık.
Medeni bir ülkede tersi olurdu. Çocuklu aile en son gelse bile, bekleyenler sıralarını onlara verirdi.
Burada kimsenin kimseye saygısı yok. Asansöre binerken bile insanlar sırf kendi çıkarlarını düşünerek, üstelik tüm sosyal kuralları hiçe sayarak davranıyorlar.
Bekir Coşkun, demokrasi kültürümüzün seviyesini "göbeğini kaşıyan adam"la simgeliyor. Bence içinde bulunduğumuz durumu "Asansöre binmesini, trafikte gitmesini, sıraya girmesini bilmeyen adam" daha iyi özetliyor.