Fazıl Say’ın "Pes ettim, gidiyorum" demesi acı. Bir takım yalakaların Fazıl Say’a "Git, güle güle" demesi daha acı.
"Yetti artık, gidiyorum" diyebilecek özgürlüğü kazanabilmiş dünya çapında sanatçılarımızın sayısının, nedenleri farklı da olsa Orhan Pamuk ve Fazıl Say’dan ibaret kalacak kadar olması ise en acısı... Buna karşılık Türkiye’yi terk ettiği andan itibaren bir hiç olacakların, "Yetti artık Türkiye’deki bu düzeysizlik" diyememesini anlamak en kolayı. Fazıl Say’a "Güle güle" diyenleri, zaten reklam peşinde diye çamur atanları anlamak da kolay. Çizdiği palyaço kıyafetlerini bakanlıklara, belediyelere satan overlokçu modelisti, iktidara sürekli yağ çektiği için Cumhurbaşkanı’nın sofrasına davet edilen yağ yazarını, iklimden nemalanan iletişimci/pazarlamacı/gazeteci kırmasını anlamamak mümkün mü?.. Zor olanı, "Yetti artık gidiyorum" diyen aydını anlamak. Türkiye’den gitseniz bile bir Türk sanatçısı olarak dünyanın her yerinde alkışlanacak seviyeye geldiğinizi varsayın. Ve elinizi vicdanınıza koyup şu aşağıdaki gerçeklere rağmen Türkiye’yi terk etmemek için kendinize bir neden bulun:
- Park edecek bir otopark bulamadığınız için kaldırıma park etmek zorunda kalıyorsanız.
- Park eden otomobiller yüzünden kaldırımda değil, caddede yürüyorsanız.
- Sokakta yürürken, sahiplerince toplanmayan köpek pisliklerinin arasında slalom yapıyorsanız.
- Pazardan aldığınız taze sebzenin, marketten donmuş olarak aldığınızdan daha fazla sağlığa zararlı olma riski varsa.
- İstanbul gibi bir metropolün valisi, belediye başkanı her önüne gelenin, her gece, neredeyse her saat başı havai fişek patlatmasına izin veriyor ve bunu normal buluyorsa.
- Girdiğiniz sokakların en az yarısında ters yönden gelen bir motosikletliyle burun buruna geliyorsanız ve bunlara tek bir kez bile ceza yazıldığına tanık olmadıysanız.
- Türk şarap üreticisinin iflahının kesilmesi için şaraba fahiş vergi getiriliyorsa.
- Sigara dumanı yüzünden çocuklu aileler gidecek kafe, restoran bulamıyorsa.
- Birkaç büyük şehir haricinde, keyifli bir akşam yemeği yiyecek içkili restoran bulamıyorsanız.
- Sinemaya gittiğinizde filmin ilk yarısı, filmden önce gösterilen reklamlardan daha kısa sürüyorsa ve kimse sesini çıkarmıyorsa.
- Bir baş örtme stili olan ve yirmi, otuz yıl öncesine kadar hiçbir yerde rastlanmayan türban, baş örtme inancıymış gibi paketlenip sistematik olarak siyasallaştırılıyorsa.
- Üniversiteye girişte yasak olan siyasi baş örtme biçimi; kamu kurum ve kuruluşlarında işe giriş için tercih nedeni oluyorsa, türbanlı kadınların kocalarının terfisinde, devletin kilit kademelerine yönetici olarak atanmalarında baş kriter rolü oynuyorsa.
- Babaları ve kocaları tarafından dayak tehdidiyle toplum içine zorla türbanlı çıkartılan kızlar ve kadınlar, evde başları açık karşıladıkları anketörlerce yapılan anketlerin sonucuna başı açık olarak yansıyorlarsa ve bu anketlerin sonuçları "Bakın işte türbanlı sayısı artmamış, azalmış" şeklindeki abuk bir tartışmanın konusu ediliyorlarsa.
- Başı açık yürüyen kadınlar, sokakta türbanlı kadınların tacizkar laflarına maruz kalmaya başladılarsa.
- Herkes türban takma özgürlüğünü tartışırken, aile içi şiddet baskısıyla başını örtmeye zorlanan kız evlatların ve ev kadınlarının özgürlüğünü kimse ağzına bile almıyorsa.
Fazıl Say gibi dünyanın her yerinde alkışlanan bir Türk sanatçısı olsaydınız, yukarıda çok kısaca özetlediğim tüm bu gerçeklere rağmen, Türkiye’yi terk etmeyip, burada kalmanız için tek bir neden söyleyebilir miydiniz? Söyleyebilirdiniz: "Değil yüzde 47, çoğunluk bile olsanız... Hatta yüzde 99’u bulsanız... Bu ülke sizin değil. Bizim, hepimizin. Kalıyorum"...