Türkiye’de yedi yıl önce sadece 5 bin lisanslı satranç oyuncusu varmış. Bugün bu sayı 165 bine ulaşmış.
Emre Aköz bu ve başka bazı gelişmeleri anlattığı yazısının başlığını "Türklerin zekası gelişiyor" diye atmış.
Emre Aköz satrancın yaygınlaşmasına dayanarak "Türklerin zekası gelişiyor" derken belki satrancın zeka oyunu olduğunu kastetmiyordur ama satrancın bir zeka oyunu olduğu yönünde güçlü bir inancı olduğu da kesin.
Bu inanç o kadar yaygınlaşmış ve kanıksanmış ki bilgisayarın Dünya Satranç Şampiyonu’nu yenmesi, kamuoyunda yapay zekanın insan zekasını yendiği şeklinde bile yorumlanabiliyor.
Oysa satrancın zekayla uzaktan yakından ilgisi yok. Çeşitli olası hamle kombinasyonlarının hesabına dayanıyor. Bu hesabı iyi yapan, satrançta kazanıyor.
Yaratıcılığın neredeyse hiçbir rolü yok satrançta. Problem çözmek yok, farklı açıdan bakmak yok, yaratıcı çözümler geliştirmek yok.
Sadece olasılıkların analizi var. Kim daha fazla olasılığı, daha kısa zamanda hesaplayabiliyor ve en iyi olası hamleye karar verebiliyorsa o kazanıyor.
Ve teknoloji gelişip, işlem gücü arttıkça bilgisayar bunu insandan daha iyi yapabiliyor. Ancak bilgisayarın yaptığı sadece hesaptan ibaret.
Bilgisayarın hangi hesapları yapıp, bu hesaplar sonucunda hangi hamle kararını vereceğini ise insan zekasıyla yaratılmış yazılımlar belirliyor.
Bilgisayarların hesaplama hızının, insan beyninin hesaplama hızıyla zar zor yarışabildiği yıllarda, yazılımcılar bilgisayara yapay zeka aşılamaya çalışıyorlardı.
Çünkü olasılık hesabı yapmakta üç aşağı beş yukarı aynı kapasiteye sahip iki beyinden satrançta hangisinin kazanacağını belirleyen faktör, tüm olasılıkları hesaplamadan en iyi hamle kararını sezme becerisine yani bir çeşit zekaya dayanıyordu.
Ancak bilgisayar teknolojileri o denli hızlı bir gelişim gösterdi ki artık insan beyninin hesap yapma hızında bilgisayarı geçmesinin olanaksız olduğu noktaya gelmek üzereyiz. İşte bu nedenle Dünya Satranç Şampiyonu, karşısındaki bilgisayarı yenmekte zorlanıyor, hatta bazen yeniliyor.
Çok kısa bir süre sonra hiçbir insan beyninin bilgisayarı satrançta yenemeyeceği bir noktaya geleceğiz. Bu kaçınılmaz bir son. Ama hiç üzülmeyin. Bu kaçınılmaz son, insan beyninin makine karşısındaki mağlubiyetini değil mutlak zaferini simgeleyecek.
Bilgisayar yazılımını üreten de insan beyni çünkü...
Zeka oyunu diye bir şey varsa, onun da turnuva briçi olduğunu söyleyeyim.
Çorba ziyafeti
Yanlış hatırlamıyorsam iki ay filan kadar önce Macro süpermarketin raflarında görüp, merak edip her çeşidinden almıştım.
Yumuşak bir ambalaj içerisinde satılan, ısıtılıp içilmeye hazır sıvı çorba dört çeşidiyle yer alıyordu raflarda: İtalyan Usulü Domates Çorbası, Sebze Çorbası, Hint Usulü Tavuk Çorbası ve Kremalı Mantar Çorbası.
Eve gelip, denediğimizde Knorr’un bu yeni hazır çorbalarını çok beğenmiştik. Düzenli alıp içelim dedik ama bir daha hiçbir yerde izine rastlayamadık.
Nedenini geçen gün Ortaköy Feriye restoranda Knorr’un verdiği yemek davetinde öğrendim.
Meğer tüketicinin ilgi ve beğenisini denemek amacıyla küçük bir parti getirmişler önce. Alıp deneyen insanların, ikinci, üçüncü kez satın alacak kadar beğenip beğenmeyeceklerini ölçmek istiyorlarmış.
Ama getirdikleri ürünler o kadar kısa bir sürede tükenmiş ki, denemek için ilk kez alanlar mı tüketmişler ilk partiyi yoksa deneyip beğenip hemen ikinci, üçüncü kez alanlar mı anlayamamışlar.
Neyse ki, ürünün beğenildiğine kanaat getirip, piyasaya sürme kararı almışlar.
Feriye’nin ünlü şefi Vedat Başaran da çorbaları çok başarılı bulduğunu söylüyor. Başaran’a göre iyi bir restoranda servis edilebilecek kadar lezzetli bu çorbalar.
Ben özellikle Hint Usulü Tavuk Çorbası’nı çok sevdim. Türkiye’de üretime başlayacak olurlarsa, Knorr’culara İşkembe ve Düğün Çorbası’nı da üretmelerini tavsiye ederim.
Aslında Türkiye’de üretime geçmeyi beklemelerine de gerek olmayabilir. Avrupa’daki Türkler yeterince güçlü bir talep yaratabilirler.
Hele Düğün Çorbası’nı, eminim Avrupalılar da beğeneceklerdir.