Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Bill Gates’in de katıldığı konferansta yaptığı konuşmanın en hoşuma giden yanı, cuma günkü yazımda dile getirdiğim kuşku ve çekincelere önem vermiş olmasıydı.
Şöyle diyordu Erdoğan: ‘Yazılım ve donanımın ne yaptığını tam olarak bilmediğimiz ve kendi ülkemizde geliştirmediğimiz zaman, program veya işletim sistemine nasıl güveneceğiz? Bir devlet, bu konuda hiç kimsenin sözüyle yetinemez. Çalışan bütün programlar ve incelemelerin de yapılması gerekir. Bunlar yapılmazsa güvenlik konusunda bağımlı kalınacak, zafiyete düşülebilecektir.’
Erdoğan’ın bu sözlerini duyunca, hükümetin bilişimle kalkınma projesine umutla bakmaya başladım. Ne yalan söyleyeyim, diğer pek çok emare projeye kuşkuyla bakmama çanak tutuyordu.
Bir kere hükümetin kalkınmayı bilişim teknolojileri temeline dayandırması ve Bill Gates’i Türkiye’ye getirmeyi başarması alkışlanacak gelişmeler. Onu baştan belirtmek gerek. Ama bir takım soru işaretleri geliyor ardı ardına:
- Gates’in konuştuğu konferansa neden bilişim basını davetli değildi, bilinçli sorular gelmesinden mi çekinildi? (Gerçi ben davet edildim ama İstanbul’dan Ankara’ya gidecek şekilde ajandamı ayarlayamayacağım kadar geç.)
- Öğretmenlere daha ekonomik olan masaüstü yerine dizüstü bilgisayarlarverilerek büyük bir israfa yol açılmasının nedeni nedir?
- e.devlet ana kapısı (portal) neden DPT’den alınıp Türk Telekom’a veriliyor ve TT de bu işi ihalesiz Microsoft’la yapıyor?
- Konferans öncesi kapalı kapılar ardında yapılan toplantıya neden Vestel katılıyor da Beko, Arçelik, Escort katılmıyor, NTV patronu katılıyor da diğer medya patronları katılmıyor, Avea ve TT katılıyor da Turkcell ve Telsim katılmıyor?
- e.devlet ana kapısı gibi ihalesiz olarak verilecek başka işler de var mı?
- Ümraniye’de açılacak bir teknopark hangi arazi üzerine kurulacak ve bu arazinin şu andaki sahibi kim? Arazi seçimi kesin mi, yoksa daha uygun yer alternatifleri araştırılacak mı?
Hükümetin aslında yürekten desteklediğim projesine kuşkuyla bakmama yol açan sorular bunlar. Ama son yazımın Başbakan’ın konuşmasına etki etmiş olmasından cesaret buluyor ve bu sorularımın da kuşkuları dağıtacak şekilde cevaplanacağına dair umutlanıyorum.
Başbakanlık’ın bu projenin altından başarıyla kalkması için de dua ediyorum.
Yanlış anlamadım sevgili Fatih
‘Eh be Yurtsan. Bari sen yapma!’ demiş sevgili Fatih Altaylı.
Yazısının sonunda da ‘Ne kardeşim Yurtsan’ın, ne de abim Hıncal’ın bana fikir özgürlüğü ve gazetecilik üzerine ders vermesine gerek var’ demiş.
Estağfurullah! Gazetecilik dersi vermeye kalkışmak haddime değil. Ne yaşıtım Fatih Altaylı’ya, ne büyüklerime, ne küçüklerime. Fikir tartışması yapıyoruz hepsi o...
‘Eleştirmenlerin yazdıklarına kimse değer vermiyor, o zaman boşa yazdırıyoruz’ diyormuş, ben yazdıklarından dolayı eleştirmenlerin işine son verilmeli dediğini sanıyormuşum.
Ama benim katılmadığım konu, ‘eleştirmenlerin yazdıklarına kimsenin değer vermiyor’ şeklindeki yargısı zaten.
Son dönemde vizyona giren bazı Türk filmlerine çok kişinin gidiyor olması, eleştirmenlerin yazdıklarına değer verilmemesinin kanıtı değil.
O filmlere giden çok olduğu gibi gitmeyen de çok. Geçen yazımda dikkat çektiğim gibi yurtdışında gişe başarısı yakalayamadıklarına ve uluslararası ödüllere boğulmadıklarına göre belki de filme gidenler değil, eleştirenler haklı.
Belki de eleştirenler doğru yapıyor. Gitme dedikleri filmlere gidilmese, Türk sineması için daha hayırlı olacak.
Ya da belki de insanlar eleştirmenlere inat bir tutum takınıyorlar. Gidin dediklerine gitmiyor, gitmeyin dediklerine gidiyorlar. Örneğin Mehmet Ali Erbil’in poposuna meraklı olmasam da, sırf Ahmet Hakan gitmeyin dedi diye, o filme gitmeyi düşünüyorum. Gerçi filme gidince, Ahmet Hakan’ın o yazısında kedi olalı ilk kez fare tuttuğunu anlayıp, keşke vaktimi boşa harcamasaydım diyeceğime de şimdiden kalıbımı basarım, o ayrı mevzu.
Vogue’un fakir şarap listesi
Hürriyet Cuma’nın En İyi 10 listesinde bu sefer ne var acaba diye her hafta merakla beklerim. Hafta içinde de jüri neden falancayı seçmiş, filancayı seçmemiş diye yapılan tartışmaları keyifle izlerim. Adı üstünde, jüri işte kardeşim! Neyi, neden seçip, seçmediğinin tartışması olur mu? Görevleri kişisel beğenilerini yansıtmak. Kişisel beğeni değil de objektif kriterlere dayalı seçim yapılacak olsa, jüriye ne gerek var?
Ama geçen haftaki listeye bir itirazım var. ‘Yerli şarap mönüsü en zengin 10 restoran’ sıralaması yapılırken jüriye pek gerek yok! Alırsın restoranların şarap mönülerini, sayarsın şarapları, sıralarsın en zengin listeye sahip olanları. Jüriye de olsa olsa, sadece danışırsın. Biz en zenginleri tespit ettik ama dikkat etmediğimiz bir kriter var mı, diye... Jüri de der ki örneğin, ‘beşinci sıraya koyduğunuz Vogue’u çıkartın listeden!’
Şarap listesi Vogue’daki gibi tek bir markanın şaraplarından oluşan restoranın şarap mönüsüne değil 20, 200 şaraplık bile olsa zengin mönü denilemez.