Yazar Elif Şafak’ın ismini yurtdışında "Elif Shafak" olarak kullanmasından yola çıkarak tartışalım demiştim.
Yurtdışında yaşayan Türkler’in ya da yurtdışında popülerleşmek isteyen Türk sanatçıların isimlerini İngilizce okunuşuna göre değiştirmeleri doğru mu, değil mi?
Özellikle yurtdışında yaşayan okurlardan çok sayıda görüş geldi.
Örneğin Füsun Çağın, isminin yurtdışında "Fuzun, Fazan", soyadının "Cagin, Kajin" şeklinde okunmasından rahatsızlık duyduğunu belirtmiş.
"İnsana sanki kişiliği elinden alınıp, ucube sıfatlarla sesleniliyor gibi geliyor" diyor.
Sıkıntıyı çeken bildiğinden Füsun Çağın; Elif Şafak, Yaşar Kemal gibi yazarların isimlerini yurtdışında "Elif Shafak, Yashar Kemal" olarak kullanmasını yanlış bulmuyor.
Ancak Türkiye’de son yıllarda peydah olan Türkçe marka ya da mekan isimlerini, İngilizce okunuşlarıyla değiştiren akımı özenti buluyormuş. "Mashattan, Hersheys, Fishmekan, Laila, Hammam, Metrocity, My Village" gibi örnekleri sıralayarak, "Sanki Türkiye’de yabancılar yaşıyor ve bütün bu mekanlar onlar için yapılıyor" diyor.
Şimdi atılıp, "Siz de Medya Towers isimli binada çalışıyorsunuz, önce kendinizle dalga geçin" demeye kalkacak zekai okurlar da çıkacaktır. Çalıştığım binanın ismini biliyorum, boşuna dil dökmeyin. Binanın ismini ben koymadım. Hürriyet’in şimdiki sahipleri ve yönetimi de koymadı. Yapıldığında öyle konmuş, öyle gidiyor. Değişse iyi olur ama binaların isimlerini zırt pırt değiştirmek de ne kadar doğru bir tutum, ayrı bir tartışma konusu.
Neyse biz kendi tartışma konumuza dönelim. Okurlardan Ark Gözübüyük de,
"Yurtdışında yaşayan Türkler’in isimlerinden çeşitli tavizler vermesi hoş karşılanmalı" diyenlerden. "Ama bir yere kadar" diyor ve çok beğendiğim önerilerde bulunuyor:
- Kişi öz isminin yanına, okunuşunu yerlilere kolay anlatacak bir sözcük yazabilir. Cem yazıp yanına parantez açar ve Gem der.
- Bu yöntem mümkün değilse, isminin yerine bulunduğu ülkenin dilindeki bir ismi günlük işlerinde kullanabilir. Bunu Çinliler çok yapıyor ama sadece günlük hayatın akışı içinde, sözlü olarak. Yazışmalarda ise mutlaka gerçek isimlerini kullanıyorlar.
- İsmin yazılışı aslına en yakın şekilde olmalı. Çin devletinin hangi seslerin Latin alfabesinde nasıl yazılacağını gösteren bir rehberi var. Türkiye için böyle bir şey yok ama bizde organik olarak gelişen bir yöntem var ki, o da Türkçe harfler yerine aksak karşılıklarının kullanılması. Elif Hanım’ın soyadını Shafak değil, Safak diye yazması daha doğru olurdu.
Füsun Çağın ve Ark Gözübüyük’ün fikirlerine büyük ölçüde katılsam da, ben hálá kararsızım. Çinliler, Japonlar ya da Araplar gibi çok farklı bir alfabe kullanmıyoruz. Çok az sayıda kendine has harfle zenginleştirilmiş Latin alfabesi kullanıyoruz. Çinliler, Japonlar ya da Araplar’dan örnek göstermek yerine Fransızlar’dan, Almanlar’dan örneklere baksak daha yerinde olur gibi geliyor bana.
Örneğin İngilizce’deki okunuşuna aldırmadan Fransızlar "Françoise", Almanlar "Schröder" diye yazabiliyorlar. Einstein’ın, Spielberg’in İngilizcedeki okunuşu sorun olmuyor. Biz neden kendimizden ödün verelim ki...
Tartışmaya devam edeceğiz. Mesajlarınızı bekliyorum...
Kuşlara pasaport ve vize
Biz bu kuş gribi tehlikesini çok hafife alıyoruz. Turizme tehdit filan deyip, tehlikenin boyutunu gizlemeye çalışarak başımıza çok daha büyük işler açmanın yolunu yapıyoruz.
Hıncal Uluç ikidir "Kuş gribi bizden önce başka batılı ülkelerde de çıktı, bu ülkeler hangileri biliyor musunuz" diye soruyor. Gelişmiş batılı ülkelerde de kuş gribi salgını yaşandı ama onlarda kimse bizim gibi yaygara yapmadı demeye getiriyor.
Hıncal Uluç’un sorusunun cevabını, o daha sormadan yazmıştım. Kuş gribini bizden önce yaşayan batılı ülkeler 1999’da İtalya, 2003’te ABD, Hollanda ve Belçika’ydı...
Ama bizden çok önemli bir farkla. Kuş gribi bu ülkelerin hepsinde sadece hayvanlarda görüldü. Hiçbirinde tek bir insana bulaşmadı.
Çünkü onlarda insanlar eğitimliydi, bilinçliydi. Ülkelerinin milli eğitim politikası imam hatiplileri üniversiteye sokmanın hokkabazca yollarını icat etmeye çalışmaktan ibaret değildi.
Daha birkaç yıl öncesine kadar burun kıvırdığımız eski doğu bloku ülkelerine bir bakın. Hepsi harıl harıl okullarda, kuş gribinden korunma eğitimi veriyorlar.
Bizde ise konunun hep yanlış yanı üzerinde duruluyor. Tek konuşulan konu "Tavuk yiyelim mi, yemeyelim mi" üzerinde dönen yersiz geyik muhabbeti. İnsanda görülen ilk vakada, hastalığın sanki hasta tavukların yenmiş olmasından bulaşmış gibi yansıtılması garabeti bile bu ülkede oldu.
Tavuk tüketiminde en ufak bir düşüş olmayan batılı ülkelerde kuş gribi sadece hayvanlarda görülüyor, tek bir insana bile bulaşmıyor ama insanların belki kuş gagalamıştır diye elma yemekten kaçındığı Türkiye’de, insanlarda rekor sayıda kuş gribi görülüyor.
Ve birileri de yaşanan tüm beceriksizlikleri örtbas etmek için "Türkiye’deki kuş gribi salgını yabancı ülkelerin komplosu" gibi aşağılıkça uydurulmuş söylentileri yaymaya çalışıyor. Türkiye’ye kuş gribi virüsü gönderen ülkelerin yöneticileri, kuşların pasaportsuz Türkiye’den çıkamayacağına inanan kuş beyinlilerden ibaretti çünkü...