Küresel ısınmayla savaş, iklim yobazlığı yapmakla kazanılmaz.
Geçen sene, çok sert bir kış geçirirken yazmıştım.
"Dam aksa küresel ısınma diyen çevreci yobazlar, bu son soğuk hava dalgasının günahını da küresel ısınmanın üzerine atmaya kalkacaklar."
Çevreci yobazlar geçen yıl olduğu gibi bu yıl da tezimi haklı çıkardı. Geçen sene kışın sert geçmesini küresel ısınmaya bağlayanlar, bu yıl da kışın yumuşak geçmesini küresel ısınmanın kanıtı olarak gösteriyorlar.
Hemen belirteyim, küresel ısınma diye bir şey olmadığını iddia ediyor değilim. Sadece birtakım cahil cühela takımının, hiçbir bilimsel kaynak göstermeden, kulaktan dolma bilgilerle yaygara kopartmasına karşıyım.
Eleştirim; bilim dünyası bu konuda görüş birliğine varmamışken sanki tek bir tez varmış gibi sunan ezberci, kolaycı köşe yazarlarına... Ve bu ezberci tutum, çoğu köşe yazarı için sırf küresel ısınma konusunda değil, şiddet-televizyon ilişkisi, küreselleşme karşıtlığı gibi sayısız konuda da alışkanlık haline gelmiş durumda.
Küresel ısınma kitlelere sunulduğu gibi doğruluğu kanıtlanmış bir tez değil. Bilim dünyası küresel ısınma konusunda ikiye bile değil daha fazla kampa ayrılmış durumda. Ve farklı kampların her biri kendi görüşünü destekleyen bilimsel araştırma sonuçlarına sahip.
Dünyanın küresel ısınma sürecine girdiğini, bu ısınmanın nedeninin endüstriyelleşmiş ülkelerin atmosfere saldığı karbondioksit gazı olduğunu, 15 sene sonra geriye dönüşü olmayan bir noktaya geleceğimizi ve dünyanın mahvolacağını söyleyen tez herkesin malumu. Medyada sadece bu tez yazılıyor çünkü.
Ancak karşı görüşte olan ve görüşlerini bilimsel araştırma sonuçlarıyla destekleyen bir başka grup bilim adamına göre küresel ısınma diye bir şey yok. Bu gruptaki bilim adamlarına göre dünya ısınıyormuş gibi gözleniyor çünkü meteorolojik değerler gelişen teknolojiyle birlikte eskisine göre çok daha hassas yapılabiliyor. Yine bu görüştekilere göre ısı ölçümünün kayıt altına alınması eskiden sadece şehirlerde mümkündü. Dolayısıyla yeni yapılan ölçümlerin eski ölçümlerle kıyaslanması ancak şehirler için mümkün. Şehirlerde ısınma gözlenmesi ise doğal çünkü şehirler hızla gelişiyor ve nüfusa bağlı olarak şehirlerin ısınması doğal. Ama şehirler yeryüzünün sadece çok küçük bir yüzdesini kaplıyorlar ve tüm dünyaya bakıldığında ısınma filan yok. Okyanuslar için de durum aynı, çünkü okyanusların şehirlerden uzak bölümlerinde düzenli ölçüm yapılması ancak son zamanlarda mümkün oldu.
Bir de küresel ısınmanın olduğuna karşı olmayan ancak bu ısınmanın nedeninin karbondioksit salınımı olmadığını söyleyen bilim adamları grubu var.
Yine küresel ısınmayı kabul eden ama bu ısınmanın dünya tarihi boyunca süregelen bir iklim döngüsünden ibaret olduğunu savunan bilim adamları da var.
Küresel ısınma konusuna ilgi duyanlar için geçen yıl Michael Crichton’ın, o tarihlerde henüz Türkçe’ye çevrilmemiş bir romanını önermiştim. Roman geçtiğimiz aylarda Türkçe’ye çevrildi ve Altın Kitaplar’dan yayınlandı. Küresel ısınma konusunu rant kapısı yapan iklim baronlarının içyüzünü ortaya koyan, küresel ısınmaya tarafsız bir bakış getiren ve kitabın sonunda karşı fikirlerle ilgili çoğu İnternet’ten ulaşılabilen bilimsel araştırma kaynakçası da sunan "Sessiz Tehlike"yi okumanızı tavsiye ederim.
Efes Pilsen’in bundan 38 yıl önceki kuruluşu, bu reklam "jingle"ıyla yer etmiş hafızamda. Celal Şahin’in "Garson bira getir" şarkısından uyarlama bir başka "jingle"ı da hayal meyal hatırlıyorum.
Bir de tabii Efes Pilsen’in kurucu ekibinde olan ve muhasebe departmanını kuran (o dönemde mali işler, finans filan gibi afili isimler yoktu) babam Sungur Atakan’ın yanında götürdüğü Bahçelievler’deki yönetim binası ve fabrika var aklımda.
Efes Pilsen’in Türkiye’nin ilk özel bira fabrikası olmasının önemini anlayamamıştım doğal olarak o yaşımda. Ama o bana dev gibi gelen tesiste, önemli bir markanın temellerinin atıldığını sezmiştim.
Danimarka menşeli Tuborg’un "Kral bira, lüks bira" sloganıyla piyasaya girmesi Efes Pilsen’in markalaşma hızını kesmemiş, Efes Pilsen bir Türk bira markası olarak dünyaca ünlü bir markayı piyasada ezip geçmişti.
38 yıl önce güçlü bir marka yaratmayı başaran Efes Pilsen, uzun bir aradan sonra şimdi yepyeni bir markayla daha tüketicilerin karşısında; Gusta...
Gusta sadece ismiyle değil yapımı, içeriği ve içimiyle de Türk tüketicisi için yepyeni bir bira. En önemli farklılığı buğdaydan yapılıyor olması. Bira cenneti Almanya ve Belçika’da çok popüler olan bu bira türü üst fermantasyon yöntemiyle üretiliyor ve filtre edilmediği için buğulu bir görünüme sahip. İçimi ise hafif ve meyvemsi.
Gusta’yı ben çok beğendim. Bakalım Türk tüketicisi de beğenecek mi?