Sahildeki kalabalığa yanaşıp, ne oldu diye sordum.
Annelerinin ayağı sahil balıkçılarının oltasına takılıp düşünce, bağlı oldukları bebek arabası elinden fırladı, dediler. Biri dört, diğeri beş yaşındaki iki bebek denize düştü. Üç kişi denize atladı ama arabaya bağlı oldukları için ancak ölülerini çıkarabildiler...
Uzaklaşmakta olan ambulansın arkasından bakakaldım.
Hemen gazeteyi arayıp istihbarat servisine haber verdim. Karakollara hastanelere sordular, polis ve hastane kayıtlarını hallaç pamuğu gibi attılar ama olayın izine rastlayamadılar.
Acıklı öykünün toplumsal hayal gücünün yarattığı spontane bir kurgu olmasına, gerçek çıkmamasına sevindim.
* * *
Mustafa Sarıgül’le birlikte Zanzibar’ın sigara içmeyenlere ayrılmış masalarından birine oturduk.
Yan masadaki şık giyimli iki beyden, benim tarafımda oturanı suratıma bile bakmadan direkt Mustafa Sarıgül’e sordu, "Sigara içilmeyen masada oturuyorsunuz ama sigara içsek rahatsız olur musunuz?".
Sarıgül "Olmam", deyince karşısındaki bey sigarasını yakıp, dumanını etrafa savurdu.
Densiz adama dönüp, "Mustafa Bey’e sordunuz ama bana sormadınız. Ben rahatsız olurum, çünkü beni de zehirliyorsunuz", dedim.
Yemeğin sonuna doğru bu kez diğer yanımızdaki sigara içilmez masada oturan hanımlardan biri yaktı sigarasını.
Masasındaki diğer hanımlardan biri dönüp Sarıgül’e açıklamada bulunma ihtiyacı hissetti. Bütün yemek boyunca içmemişmiş ama artık dayanamamışmış.
Mustafa Sarıgül, kendi başlattığı dumansız masa uygulamasını küstahça gözü önünde hiçe sayan ve çevresindekileri zehirleyen bu hanıma da anlayışla yaklaştı.
* * *
Birinci hikaye büyük olasılıkla hayal ürünü. Ama her an gerçek olabilir. Sahilde balık tutmak böyle başıboş bırakıldığı, deniz kenarına parmaklık konulmadığı sürece her an benzer bir facia yaşanabilir.
Sahil kenarlarındaki gezi kaldırımlarında amatör balıkçıların estirdiği terör İstanbul Belediyesi’nin umrunda değil. Ne balıkçılarla uğraşıyor ne deniz kenarına korkuluk, parmaklık takmakla...
İkinci ve üçüncü hikayeler ise gerçek. Birincisindeki şık giyimli beyin zihniyeti apaçık. Kimseye saygı duyduğu filan yok, tek derdi otoriteye yağ çekmek.
İkincisindeki hanımın zihniyeti de benzer. Bilmem kimin annesi ya, başkalarına zarar vermeyi doğal hakkı sanıyor. Sigara içilmez ilan edilen bir masada, yemek boyunca sigara içmememiş olmasını bir lütuf gibi görüyor. Yemeğin ardından bu kadar saygı yeter diyip, medeni uygulamayı getiren Belediye Başkanı’nın gözlerinin içine baka baka medeniyetsizleşebiliyor.
* * *
Hırant Dink’i kim öldürdü diye boşuna sorup durmayın. Hırant Dink’i bu üç öyküdeki zihniyet öldürdü.
Başkalarına saygı duymama zihniyeti bu. Bu zihniyetten hepimiz sorumluyuz. Bu zihniyeti biz doğuruyor, biz besliyor, biz büyütüyoruz.
Kapalı yerlerde sigara içenler, emniyet şeridinden gidenler, alışveriş merkezinin yürüyen merdivenlerinde önlem almayanlar, garibanın evinin tepesine kaçak duvar örenler, depreme dayanıksız inşaat yapanlar, sahil yoluna korkuluk yapmayanlar, ölüm tehditi alan gazeteciye koruma vermeyenler... Hırant Dink’i kim öldürdü diye sormayın.
Topluma da aşılayıp, hakim kıldığınız saygısız zihniyetinizle siz öldürdünüz.
Hiroki Takemura bizi n’olur bırakma
Sunset’in sahibi, hem liseden hem üniversiteden okul arkadaşım, sevgili dostum Barış Tansever birkaç kez çağırmıştı. Biraz böylesi önemli bir olayı geç haber verdiği için naz yaptığımdan, biraz da Nobu’nun modası New York’ta bile geçerken Londra’daki şubesinin şefini küçümseme gafletine düştüğümden, normalde sıkça ziyaret etiğim Sunset’ten uzak durmuştum.
Geçen gün bir iş yemeği için gittim. Meğer neler kaçırmışım?
Sunset zaten Türkiye’nin tartışmasız en iyi restoranı. Ama misafir şef Hiroki Takemura Sunset’i almış, bir üst lige, en iyi dünya restoranları düzeyine çıkartmış.
İstanbul’da ilk defa New York, Londra, San Fransisko, Tokyo ve Las Vegas’ın en iyi restoranları düzeyinde bir yemek yedim.
İki hafta önce Las Vegas’ta dünyanın en ünlü birkaç restoranında, arka arkaya yemek yeme fırsatım olmuştu. Artık uzun bir süre bu restoranların damağımda bıraktığı tatla avunurum diyordum.
Sunset’te yediğim yemek gerek lezzet gerek yaratıcılık açısından, geçen hafta Las Vegas’ta gittiğim dünyanın en yaratıcı şeflerinden Joel Robuchon’un yemeklerini bile gölgede bırakacak kadar mükemmeldi.
Şef Takemura yaz sezonunda gelmiş, sezon bitince misafirliğini Şubat 11’e kadar uzatmıştı.
Henüz gitmediyseniz, az vaktiniz kaldı yani. Böylesi bir fırsat İstanbul’da ayağınıza bir daha gelmeyebilir.
Yemekler Türkiye ölçeğinde biraz pahalı gerçi ama bu klasta bir yemeği dünyanın başka bir yerinde en az iki, üç katı fiyata yiyebileceğimizi de akılda tutmak gerek.
Giderseniz "Somon Tartar", "Trüf Yağı ve Yuzu Soslu Saşimi", "Tonbalığı Tataki" ve "Teriyaki Miso Soslu Kaz Ciğeri"ni özellikle öneririm.