Başlığa kanıp yazıyı okumaya başladıysanız, ne mutlu bana. Tahmin edebileceğiniz gibi ne 'e.devlet'in, ne de 'bilişim'in nalları dikmesini istediğim var.
İkisinin de kalbimdeki yeri ayrı. Öncelikle bu böyle biline... Ama bu başlığı kullanmakla okuru mandepsiye bastırmış da sayılmam. Ne de olsa her iki kavrama da allegorik alerjimvar. Kulaktan dolma alındıklarında kepek yapıyorlar. 'e.devlet' sözcüğü yerli yersiz kullanıldığı zamanlarda, 'bilişim' ise 'toplum' ile 'bilişim toplumu' tamlaması yapmak üzere kullanıldığında...
Ama paniğe kapılmaya gerek yok. Hasta adamımız umarsız bir vebanın pençesine düşmüş değil. Her iki alerjik kavramın, antialerjik karşı kavramları da modern tıp tarafından bulunmuş durumda. Bunlar sırasıyla 'e.Türkiye' ve 'bilgi toplumu'.
*
Bu hafta gerçekleşen Bilişim Zirvesi'nde bir panele moderatör, bir başka panele ve iki çalışma grubuna ise konuşmacı olarak katıldım. Aktif olarak katıldığım dört etkinlik ve dinleyici olarak katıldığım birkaç toplantının büyük bir çoğunluğunda 'e.devlet' ve 'e.Türkiye' ile 'bilişim toplumu' ve 'bilgi toplumu' kavramları sürekli havada uçuştu. Herkesin diline pelesenk olan bu kavramlar, çoğunlukla yanlış kullanılıyordu. Kavram kargaşası, ne yazık ki bilişimin zirvesine kadar bulaşmıştı.
Geçen haftaki yazımda da değindiğim gibi 'E.Türkiye', Türkiye'de yaşayan tüm bireylerin kolay ve ucuz bir şekilde İnternet erişimine sahip olmasını hedefleyen eylem planına verilen isim. 'E.devlet' ise kamu kuruluşlarının ve devlet organlarının İnternet teknolojilerini kullanarak şeffaflaşma ve vatandaşla olan tüm ilişkilerini elektronik ortama taşıma projelerinin tümünü anlatmak için kullanılan bir kavram.
Her iki kavramın da birbirleriyle sıkı ilişkileri var ancak aynı zamanda birbirlerinden tamamen farklılar da. 'E.Türkiye' olmadan 'e.devlet' olamaz ama 'e.devlet' olmadan 'e.Türkiye' olabilir. Belki hedeflerinin tam olarak gerçekleşmediğinden söz edilebilir o kadar. Buna karşılık 'e.Türkiye' olmadan, 'e.devlet'in hiçbir anlamı olamaz. Türkiye nüfusunun sadece yüzde ikisinin, üçünün İnternet kullanıcısı olduğu bir ortamda, kamu hizmetlerinin İnternet üzerinden verilmesinin ne anlamı olabilir ki?
'Bilişim toplumu' ve 'bilgi toplumu' kavramları arasındaki fark ise biraz daha karmaşık. Sorun 'bilişim' ve 'bilgi' kelimelerinin tanımlarından çok 'bilişim' kelimesinin zihinlerde uyandırdığı çağrışımlardan kaynaklanıyor. Her iki tamlama da aslında aynı kavramı ifade ediyor. Ancak birincisi yanlış kullanıma ve yanlış anlaşılmaya çok daha yatkın bir tamlama.
Geçtiğimiz pazartesi günü Hürriyet'in ücretsiz eki olarak yayınlanan ve CeBIT-Bilişim Fuarı ve Bilişim Zirvesi boyunca ziyaretçilere de dağıtılan Hürriyet Bilişim özel ekinde Türkiye Bilişim Vakfı Başkanı Faruk Eczacıbaşı'nın da belirttiği gibi; ''Bilgi Toplumu ve Bilişim Toplumu kavramları temelde aynı hedefe hizmet eder. Her iki kavram da, bilginin kullanılmasını ve bilginin üretken bir unsur olarak ekonomiye kazandırılmasını hedefler''. En azından doğru kullanıldıklarında ve doğru algılandıklarında.
Ancak 'bilgi toplumu' genellikle doğru kullanılmasına ve doğru algılanmasına karşın 'bilişim toplumu' yanlış kullanıma ve yanlış algılanmaya çok müsait çağrışımlar yapabiliyor. Pek çok insan 'bilişim toplumu' tamlamasını bilişim teknolojileri üreten bir toplum anlamında yanlış kullanıyor ve yanlış algılıyor.
*
İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Ziya Aktaş, yıllardır bu yanlış algılamayı bertaraf etmek için politikalar üretiyor. Kurulması için kamuoyu yaratılmaya çalışılan bakanlığın adının 'Bilişim Bakanlığı' değil, 'Bilgi Toplumu Bakanlığı' olması için çabalıyor. Yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmişken, kurulması olası bakanlığın adı 'Bilişim Bakanlığı' olursa, korkarım ki, icraati de Türkiye'yi bilgi toplumu yapmaya yönelik değil, artık küresel hiçbir rekabet avantajı kalmayan bilişim teknolojilerinin üretilmesi yönünde olacak.
Bilişim bayramında son gün
Bilgi teknolojilerini Türkiye'nin gündemine her yıl bir önceki yıla oranla daha da fazla sokan CeBIT-Bilişim Fuarı ve Bilişim Zirvesi, bu başarısını bu yıl da tekrarladı. Bu yılın geçen yıllardan farkı, bilişimle en ufak bir alakası dahi olmayan misafirlerin de, fuarda ve zirvede boy göstermesiydi.
Bilişim Zirvesi ve Fuarı'nın, bilişimle pek ilgisi olmayan kitlelerin ilgisini bir hafta boyunca bilgi teknolojilerine çekmesine alışmıştık. Yılın 51 haftası bilişime sırt dönen bazı gazetelerin birden bilişim aşığı, bilişimin 'b'sini bile ağızlarına almayan kimi TV haber bültenlerinin birden bilişim havarisi kesilmelerini yadırgamaz olmuştuk. Hatta bilişimden sanki bir günahmış gibi uzak duran kimi siyasi partilerin, bilişim etkinliklerinde alt kadrolardan temsilcilerle varlık göstermelerini bile kanıksamıştık.
Artık garipsemediğimiz bu geçici ve yapmacık ilgi CeBIT-Bilişim 2002'de doruğa çıktı. Öyle ki, bilişimle en ufak bir alakası olmayanlar bile bilişim etkinliklerini gövde gösterisi yapacak bir arena olarak kullanmaya kalkıştılar.
Başbakan Bülent Ecevit'in daktilo kullanıyor olmasına, alışkanlıklardan vazgeçmenin belli bir yaştan sonra çok zorlaştığını bildiğim için hiçbir itirazım yok. Ancak İnternet sitesi açmayı diğer partilerden yıllar sonra aklına getiren ve aklına getirdiğinde de temel HTML standartlarıyla uyumsuz bir site açan DSP'nin Genel Başkanı olan Bülent Ecevit'in, Bilişim Fuarı açılışını siyasi bir gövde gösterisi olarak kullanmaya kalkmasına pes derim. Hele partili dalkavuklarının bu açılış sırasında ortalığı sloganlarla inletmesine koca bir 'yuh' çekerim. Hadi kardeşim kış kış, bilişim sizin neyinize, yallah bilmem kaçıncı bileşiminize...
Bilişim'i boy gösterecek bir arena gibi kullanan bir başka isim ise başarılı reklam kampanyaları ile tanıdığımız Serdar Erener'di. Erener, konuşmacı olarak katıldığı Telekom Forumu kapsamındaki bir konferansta üçüncü kuşak seks satacak diyerek oldukça sükse yaptı. Ancak üçüncü kuşak teknolojileri kullanılarak Türkiye'de sadece seks, kumar, müzik, oyun, dedikodu ve dikizciliğin satılmasıyla para kazanılabileceği yönündeki çok yüzeysel iddiası, üçüncü kuşak yelkenlerini şişirmeye hazırlanan sektöre rota şaşırtıcı sinyal kirliliği yarattı.
Öyle ki, yine Telekom Forumu kapsamında ertesi gün gerçekleşen ve konuşmacı olarak katıldığım ''Üçüncü kuşak pazar altyapısı ve teknoloji'' konulu çalışma grubunda, şirket politikaları nedeniyle bu teknolojinin Türkiye'ye geç girmesini, hatta hiç girmemesini isteyen bazı konuşmacıların, Erener'in bir gün önce ortaya attığı yüzeysel iddialara sarıldığına üzüntüyle tanık oldum.
Serdar Erener ve reklamcılığın diğer başarılı isimlerinin üçüncü kuşak da dahil olmak üzere iletişim teknolojilerini bir an önce özümsemelerini umarım. Bu teknolojileri doğru tanıtmak için onlara ihtiyacımız var. İnternet'e verdikleri onarılmaz zarardan sonra reklamcıların bize bir borcu da var.
hurriyetim.com.tr/dosya/bilisim2002
Üçüncü Kuşak CNN-Türk’te
Pek çoğumuz mobil iletişim teknolojilerinin yaşantımıza getirdiği kolaylıkların farkında değiliz. Konuşma dışında, cep telefonlarımızın sunduğu yeni kolaylıklardan yararlanmıyoruz. İhtiyaç duymadığımızdan değil, nasıl kullanacağımızı bilmediğimizden. Öte yanda teknoloji hiç durmuyor, sürekli yeni kolaylıklar sunuyor. İşte bu kolaylıkların önümüzde açacağı yeni bir hayat biçimini, mobil yaşamı anlatan yepyeni bir program hazırlamaya başladık. Milliyet'ten Şükrü Andaç ve Dünya'dan Engin Gedik'le birlikte hazırladığımız program CNN-Türk'te her pazar saat 19:30'da ve 00:30'da yayınlanıyor. Siemens'in sponsorluğu ile yayınlanan Üçüncü Kuşak'ın bugünkü bölümünü kaçırmayın...
Sentim’in Bilişim öncesi yaş günü
Sistem entegratörü Sentim, Dell ile işbirliğinin beşinci yıl dönümünü CeBIT-Bilişim öncesi kutladı. Toplantıda konuşan Sentim Genel Müdürü Veli Tan, işbirliğinin ilk yılında pazar payı yüzde 0.1 olan Dell'in bu pazar payını 2002'nin ilk çeyreğinde yüzde 13'e çıkardığına dikkat çekti. Dell Türkiye Genel Müdürü Taner Kılınç ise Dell'in Türkiye'de çok farklı bir satış stratejisi uyguladığını belirterek, Sentim'in bu satış modelini en iyi uygulayan firma olduğunu söyledi. Bilindiği gibi Sentim, Dell ürünlerini dağıtmak üzere Index ile ortak Decodo isimli bir şirket kurmuştu.www.sentim.com.tr
Sırttan para kazananlar
Biraz önce telefonum çaldı. Açtım, karşımda bir bayan sesi. ''Basın mensuplarının iletişim ajanslarından beklentilerini ölçmeye yönelik bir araştırma yapıyoruz. Kabul edersiniz sizinle, yüz yüze görüşerek bir anket yapmak istiyoruz.''
Anket ne kadar sürüyor?
- Yaklaşık 30 dakika.
Anketi müşteriniz olan bir şirket için mi yapıyorsunuz?
- Evet, birkaç müşterimiz için.
Kabul ederim ama anketin sonuçlarını ben de isterim.
- Sonuçları size veremeyiz.
O zaman ben de size 30 dakikamı harcayamam.
Yüzsüzlüğe bakar mısınız, gelip sizin son derece kıymetli 30 dakikanızı alıyorlar, sizin verdiğiniz cevaplardan derledikleri sonuçları rapor haline getirip bundan maddi kazanç elde ediyorlar, sonra karşılığında araştırmanın sonucunu vermekten dahi kaçınıyorlar. Bu araştırmalara cevap verecek kadar saf insanlar var mı, merak ediyorum doğrusu. Yoksa sırtından para kazanacak kimse bulamayıp hayali raporları satarak mı para kazanıyorlar?
Türkiye eyvallah der
Dikkat çekmemesine olanak yoktu. O yüzden bir açıdan başarılı da sayılırdı. Basketbol Dünya Şampiyonası'nda saha kenarına verilen ''Turkey welcomes you'' reklamından söz ediyorum. Sanki her yenilginin ardından ''Türkiye eyvallah der'' diyordu. İşin hazin yanı, bunca paranın döküldüğü reklamı gerçekten yararlı kılabilecek bir fırsat da kaçırılmıştı. ABD'de artık, bir İnternet adresinin eşlik etmediği reklam yok gibi. Nedeni kısıtlı reklam alanı/süresinde söylenemeyecekleri söyleyebilmek için insanları bir İnternet sitesine çekmek. Gerçi bizim reklamcılarımızın yaptığı siteler aklıma gelince, belki de ucuz kurtulduk diyorum. O reklamın altına bir site adresi yazsaydık, doğru düzgün bir tanıtım sitesi yapabilecek miydik sanki?