Modern olabilmek, çağdaşlığı yakalayabilmek için ben modernim demek yetmiyor.
Büyük bir tantanayla açılan İstanbul Modern SanatMüzesi de, tüm o afili ‘İstanbul’a çağdaşlığı ben getirdim’ edasına rağmen isminin hakkını ne yazık ki veremiyor.
Geçen haftasonu eşimle hadi dedik, 5 aylık oğlumuz Sungur Tibet’i alıp İstanbul Modern’e gidelim. Bebek deneyimini paylaşanlar bilir. İstanbul’da özellikle kışın, bebekle gidilebilecek yer sayısı tek bir elin parmaklarını geçmez. Nereye gitmeye kalksanız dumanaltıdır. Restoranların, kafelerin, alışveriş merkezlerinin birkaç istisna hariç hepsi sigara içenlerin faşist işgali altındadır.
Bebeğimizle sığındığımız kaleler arasında favorimiz, Akmerkez’deki Remzi Kitapevi’nin kafesi. Dumanaltı çarşısı Akmerkez’in içinde, sigara dumanından kurtarılmış tek alan. Sığınacak kalelerden biri dediğime bakıp da fazla bir seçeneğimiz olduğunu sanmayın.
Seçeneklerden biri sigara içmenin tamamen yasak olduğu çağdaş alışveriş merkezi Profilo. Bebek’teki Gloria Jeans kafenin bir katı da sigara içmeyenlere ayrılmış. Etiler Starbucks’ın da tamamında sigara içilmediğini duyduk, bu haftasonu gidip göreceğiz.
Haftasonları bebeğimizle gidebileceğimiz yer alternatiflerinin kısıtlılığından bunalmışken, öneri eşim Lale’den geldi. Müze gezmenin bebeklerin zihinsel gelişimine katkısı varmış dedi. Rengarenk, şekil şekil eserlerin 5 aylık bir bebeğin sanat zevkinin gelişmesine katkısı olmasa bile zeka gelişimine katkısının olacağı kesin. Bebekle hangi müzeye gidebiliriz diye fazla düşünmemiz de gerekmedi. İstanbul Modern isimli bir müze olur da, başka müze mi düşünülür 5 aylık bebekle gezmek için.
Yine de acaba bebekle gezmeye izin veriyorlar mıdır diye kuşkuya kapıldık. İnternet’te Google arama makinesine girip İstanbul Modern’in İnternet sitesinin adresini buldum. Türkiye’deki çoğu kurumsal İnternet sitesi gibi ‘aman İnternet sitemiz eksik olmasın’ düşüncesiyle hazırlanmış çok amatör işi bir siteyle karşılaştım. Bebekle ziyaret edilip edilemeyeceğine dair bilgiyi tabii ki sitede bulamadım. Neyseki telefon numarasını vermişler.
Sigara serbest çağdaşlık yassah
Aradım, bebeklerin ziyaretine açıkmış. İstanbul Modern’in gerçekten modern bir sanat müzesi olduğuna kanaat getirmek üzereydim ki şeytan dürttü. 26 Kasım 1996 tarihli 4207 nolu ‘Tütün mamüllerinin zararlarının önlenmesine dair kanun’un ikinci maddesine göre kültür hizmeti veren yerlerde ve bunların bekleme salonlarında sigara içilmesi yasak. Bu yüzden İstanbul Modern’de de sigara içilmediğinden adım gibi eminim neredeyse ama yine de sorayım dedim. İyi ki sormuşum, o çok methedilen kafesinde sigara içmek serbestmiş. Serbest olması bir yana sigara içmeyenlere ayrılmış özel bir bölümü bile yokmuş.
Bebekle onca yol tepip gideceğiz. Galerilerinde dolaşıp gezeceğiz. Ve tam ‘oh yorulduk ama değdi, kafetaryasında biraz soluklanalım, işin iyice keyfine varalım’, dediğimizde, İstanbul Modern’in çağdaş yönetimi karşımıza ‘Yoh hemşehrim, olmaz, yassah’, diye dikilecek. ‘Yassah gardaşım yassah. Sigara içerek başkalarını zehirlemek değil, medeni bir şekilde dinlenmek isteyenlere rahat etmek yassah!’
İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Valiliği’ne ihbarımdır. Bebeğim müze görsün istiyorum. Müze gezmekle kazanacağı bir, iki puanlık zeka katsayısı artışının, sigara dumanının kanıtlanmış zeka düşürücü etkisiyle geri alınmasını istemiyorum. Bebeğimin bu hakkının bir haftalığına bile olsun gasp edilmesine göz yummamanızı talep ediyorum. İşte önünüzde hazır çıkmış kanununu da var. Uygulatmak sizin göreviniz...
Leonardo Dicaprio ve 20’lerindeki Filiz Akın
Bebekle müze gezme hayalimiz yatınca, Sungur Tibet’i birkaç saatliğine anneannesi Nevin ve babaannesi Nesrin’e teslim edip aylardır uzak kaldığımız sinemaya gidelim dedik. Oscar adayı film enflasyonu yaşanan, iyi bir haftayı seçmişiz.
Havacı’da karar kıldık ve Etiler Peugeot Cinecity’nin yolunu tuttuk. Sanat müzesinin fuayesinde kanunlara muhalefet edilip sigara serbest bırakılır da, sinema fuayesi altta kalır mı? Tüm dünyada mantar gibi bitmesiyle ünlü Starbucks, Peugeot Cinecity’nin fuayesinde de bir şube açmış. Ve ABD’deki şubelerine inat, sinema fuayesindeki şubesi sigara içenler cenneti.
Kahvemizi içerken bir baktık Filiz Akın. Hani geçen gün lolita olmuş, liseli kızlara taş çıkartıyor dediğim Filiz Akın. İtiraf edeyim ki, böyle derken fotoğrafçının ve makyajın payının da olduğunu düşünmüştüm. Ama işte Filiz Akın karşımızda. Makyajsız ve aracısız. Fotoğrafçının ve makyajın etkisi olsa olsa beş yılmış. Karşımızdaki Filiz Akın yirmili yaşlarında bir genç kız...
Havacı mı? Belki En İyi Yönetmen Oscar’ını kapmak için uçuş korkusunu bile yenen Martin Scorsese’ye ödül getirir ama En İyi Film Oscar’ını ikinci yarısındaki tempo düşüşünden dolayı alamaz derim.
Reklama mı geldik sinemaya mı
Her şeyin bir sınırı olmalı. Havacı’yı seyretmek için, filmin anons edilen başlama saatinde salona girdik, koltuklarımıza oturduk, bekliyoruz. Hadi iki üç fregman, birkaç da reklam filmi, adından film başlayacak sanıyoruz. Beş dakika, on dakika, on beş dakika... Reklamlar uzadıkça uzuyor. Artık film seyretmeye mi geldik, reklam mı diye düşüncelere dalarken, reklamı gösterilen markalara bırakın sempati beslemeyi, sövmeye başlıyoruz.
Film tam 20, yazıyla yirmi dakika sonra başlıyor. Dile kolay 20, yazıyla yirmi dakika. Bir insanın ömründen çalınan yirmi dakika. Ayda dört film seyretsen, yılda 16 saat eder. 8 saatlik uykuyu da hesaba katarsan bir insanın ömründen çalınan bir gün demek bu. Üstelik adamın parasıyla adamın ömründen çalınan bir zaman. Sinema salonu lüksleştikçe, bilet fiyatları artıkça gösterilen reklamların süresi de artıyor. Bu sinemalara gelen insanlar enayi ya, havaya savuracak paraları bol ya, daya gitsin reklamı. Kimsenin sesi çıkmıyor nasıl olsa.
Etiler Peugeot Cinecity, bilet fiyatlarının yüksek olduğu sinema salonlarından biri. Müşterilerini bu kadar çok reklam seyretmek zorunda bırakan bir sinemanın biletlerinin normalde daha ucuz olması gerekir. Ama bizde tam tersi. Bir tek Peugeot Cinecity sanmayın, İstanbul’daki lüks sinemaların tamamında durum aşağı yukarı böyle. Sinema salonlarına da mı RTÜK lazım? Sivil toplum olarak biz kendimiz hiçbir şeyi kendi başımıza halledemeyecek miyiz?