Ramazan geldi ve şirketlerin olur olmaz bahanelerle iftar daveti verme densizliği yine başladı.
Tek amaçları dini duyguları sömürme olduğu apaçık olan iftar yemeği davetiyeleri her Ramazan’da olduğu gibi yine masamda birikmeye başladı.
Hatırlıyorum iftar yemekleri eskiden aile içinde verilen davetlerdi. Bizim ailede, aile dostlarının da dahil olduğu çok geniş bir katılımla yapılırdı.
Çok küçükken babaannemin, aileye ek olarak tüm Bebek esnafını davet ettiği iftar sofralarını da hatırlıyorum.
Ama ne olursa olsun, bu davetler hep evde verilir ve davetliler hep dini inançlarının ne olduğundan emin olunacak kadar yakından tanınan kişilerden oluşurdu.
Esnafa, mahalleliye, yoksula verilen iftar yemekleri ise isme davetiye ile verilmez kapı herkese açık tutulurdu.
Sonra bir gösteriş dönemi başladı. Önce aile içinde verilen iftar davetleri otellerin, restoranların lüks sofralarına taşındı.
Gösterişin aile içinde kalması da yetmedi. Otellerdeki iftar sofraları çıkar ilişkisinde olan çevrelerin toplantı yerleri haline gelmeye başladı.
Dini inançları sömürmeye yönelik bu yeni furya sonunda halkla ilişkiler sektörünce de keşfedildi.
Kimi şirketler basın toplantılarını "iftar yemeği" kisvesi altında yapmaya başladılar.
Dini inancını bilip bilmedikleri herkesi, dini bir ritüel olan iftar yemeklerine çağırmaya başladılar.
Sivil toplum kuruluşları durur mu? Bakanların da davetli olduğu toplantılarını hemen iftar yemekli toplantılara çevirip, iftar sofralarını yağdanlıklarla donattılar.
Tabii bu tür davetlerin sayısının AKP’nin iktidara gelmesinin ardından her sene daha da artması hiç tesadüf değil.
Halbuki AKP’nin bu tür yağcılıklara karnının tok olduğu Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyaretini izleyen Ertuğrul Özkök’ün yakaladığı bir ayrıntıdan anlaşılıyor.
ABD uçağında gazetecilere dağıtılan program kitapçığında, ABD’de geçirilecek günlerin gece yarısı bölümünde "04.00’ten itibaren Cafe 1401’de kahvaltı ikramı yapılacaktır", yazıyormuş.
Yani "sahur" yerine "gece yarısı kahvaltısı", demek tercih edilmiş.
Ertuğrul Özkök, "Küçük ama önemli bir ayrıntı", olarak nitelemiş.
Doğrusu da budur.
Ramazan boyunca kimse yemekli davet vermesin demiyorum. Oruç tutanlara saygı göstermek açısından yapılması gereken tek şey var, o da davetin saatinin iftara denk getirilmesi.
Bunun dışında yemek davetini "iftar daveti" olarak adlandırmak, Seda Sayan’ın Ramazan diye TV programına türban takarak çıkmasına benzer.
Bülent Ersoy’un yetersiz müzikalitesi
Osmantan Erkır ve Armağan Çağlayan bu işi gerçekten iyi biliyor.
Popstar yarışmalarının yeni bölümü Popstar Alaturka da tıpkı diğerleri gibi benzer rakip yarışmalara fark atıyor.
Armağan Çağlayan’ın jüri üyesi olarak çizdiği eğlenceli profili özlemiştik. Jüri üyeliğinden uzak kaldığı sürede yerinin kimse tarafından doldurulamayacağını kanıtladı.
Osmantan Erkır ise reytingi dakika dakika, canlı olarak kontrol altında tutup, yönlendirebilecek zeka ve bilgi birikimine sahip tek sunucu olduğunu bir kez daha gösterdi. Eh ne de olsa sadece sunucu değil yapımcı da...
Popstar Alaturka’nın sinirlerime dokunan tek yanı ise Bülent Ersoy’un jüri üyesi olarak çizdiği kendini beğenmiş hava.
Şarkıcı Bülent Ersoy’un programda müzik otoritesi edasıyla yaptığı yorumların yarattığı etki, bende türkücü Zülfü Livaneli’nin gazetede akademisyen edasıyla köşe yazmasının yarattığı etkiye benzer bir iz bırakıyor.
Örneğin son programda Ersoy’un "ahenkli, uyumlu olma" anlamına gelen "müzikalite" kelimesini, "müzik kalitesi" anlamında kullanması, bir jüri üyesi olarak Popstar Alaturka ile müzikalitesinin ne denli tutmadığının da kanıtıydı.