Birkaç hafta önce neden bizim de bir Wolfgang Puck’ımız yok diye hayıflanmıştım.
Wolfgang Puck’tan kastım halka inmesini bilen, yemek kültürünü herkesin alabileceği fiyattan sunabilen yıldız şeflerdi. Wolfgang Puck gibi şefler yemek kültürünün kitlelere yayılmasında çok önemli bir görev üstleniyorlar.
Belki Thomas Keller kadar iyi olmayabilir ama halka hitap etmek ve halk tarafından ulaşılabilir olmak konusunda Wolfgang Puck rakipsizdir.
Geçen hafta, beş yıldızlı otel mutfaklarının, üç yıldızlı şeflerin yemek lezzetini farklı seviyelerdeki makul fiyatlardan kitlelere taşıyan bir yemek fabrikasını ziyaret ettim.
Keyveni, bir yemek fabrikası. Hani o bildiğiniz, çalıştığınız ya da yemekhanesine misafir olduğunuz şirketlerdeki tabldotları yapıp, dağıtan yemek fabrikalarından.
Keyveni’yi diğer yemek fabrikalarından ayıran önemli özellikleri var.
Bir kere Keyveni, Sadık Çelik gibi değme yıldız şefe taş çıkaracak bir patrona sahip. Bu öyle bir patron ki, hangi sebze, hangi mevsimde, en iyi nerede yetişir biliyor ve o sebzenin her mevsimde en lezzetli yetiştiği yerden temin edilmesini sağlıyor.
Keyveni’de yemeklerin malzemesi, makul fiyatlardan alınabilecek en kaliteli yerlerden alınıyor.
En önemlisi mutlaka ve mutlaka en sağlıklı, en doğal malzemeler seçiliyor.
Keyveni’ye her yemeğin, en iyi ustaları transfer ediliyor. Örneğin döner ustası en meşhur et lokantasından, baklava ustası en meşhur baklavacıdan transfer edilebiliyor.
Dönerde bilemem ama baklavada en meşhur baklavacıdan daha iyi baklava yapıldığına kefilim Keyveni’de.
Okmeydanı’ndaki yemek fabrikasının alt katında açtığı mütevazı pastaneden aldığım baklava, beş gün sonra bile ısırınca "hırş" ediyordu. Böylesi bir baklava İstanbul’un en sosyetik semtlerindeki pastanelerde, baklavacılarda olsa, yok satar, her iddiaya varım.
Keyveni’nin zeytinyağlı yemekleri de harika. Hele bir zeytinyağlı biber dolması var ki, Türkiye’deki hiçbir beş yıldızlı restoranda bu lezzette olanını, 10 katı fiyattan bile yemedim.
Birkaç hafta önce yayınlanan yazımda Türkiye’nin Wolfgang Puck’ı olabilecek en iyi adayın Mehmet Gürs olduğunu ama onun da yeterince zincirleşemediğini yazmıştım.
Keyveni’yi ziyaretimden iki gün önce Mehmet Gürs’ün amiral gemisi restoranı Mikla’daydım.
Yaz mönüsüne ekleyeceği yeni yemeklerden birkaçını birlikte tattık.
Fener Balıklı Bezelye Çorbası başyapıt edasında bir yemekti. Bizde lüks restoranlarda çorbaya hep burun kıvırılır ama Mikla’ya gidecek olursanız ve mönüye eklendiyse bu soğuk çorbayı mutlaka tatmanızı öneririm.
Mehmet Gürs hálá Türkiye’nin Wolfgang Puck’ı olma yolundaki en büyük adayım. Her geçen yıl kendini aşıyor ve önemli bir dünya şefi olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.
Çok ünlü bir dünya şefi olurken Türkiye’nin halka inmesini bilen ilk yıldız şefi olmayı ihmal etmez umarım.
Baba Kola Bırrrrrr!
Başarıda istikrar Türkiye’de az rastlanır bir durum. Bu kuralın benim için iki önemli istisnası var; Müslüm Gürses ve Coca Cola...
Coca Cola yıllardır, her mevsim farklı bir TV reklamıyla çıkar tüketicilerin karşısına. İstisnasız her biri deha ve yaratıcılık eseridir.
Müslüm Gürses de sürekli kalıpların dışına çıkan, hep kendini aşan çalışmalarla gelir gündeme. Bir gün bakarsınız Nurcan Çağlar’ın Da Vinci’nin ünlü tablosu "Son Akşam Yemeği"ni sahneye taşıdığı "happening"inde şarkı söyler.
Bir başka gün Teoman’ın rock şarkısını seslendirir, daha başka bir gün Murathan Mungan’ın seçtiği şarkıları seslendirdiği bir albümle çıkar karşımıza.
Ve üstelik hepsinde de başarılıdır. Müslüm Gürses’in son sürpriziyse Coca Cola reklamında çıkıp, "bırrrr"lamak oldu.
Hem reklam hem Müslüm Baba o kadar başarılı ki, "bırrrr" diye bağırmak bu yazın modası olma yolunda hızla ilerliyor.
Gençler aralarında "bırrr" diyerek şakalaşıyor. Davetlerde şarkıcılar, şarkılarının içine "bırrr" nidasını katıyor. Çocuklar birbirleriyle "bırrr" diyerek oynuyorlar.