Mark Twain ilk ziyaretinden 150 yıl sonra, 2005’te ziyaret ettiği İstanbul’la ilgili izlenimlerini göndermeye, ben de sizlerle paylaşmaya devam ediyorum.
Şoför, turistleri genellikle sahil yolundan şehre götürdüğünü ama yazın otoyolu tercih ettiğini söyledi.
Ben sahil yolundan gitmekte ısrar edince baklayı ağzından çıkardı.
Meğer yaz aylarında sahil yolu hiç de hoş manzaralar sunmuyormuş.
Sıcaktan bunalanların hücumuyla halk plajına dönüşüyormuş. Bu bana daha da ilginç geldiğinden, sahilden gitme ısrarımı sürdürdüm. Şoför, ‘yok abi’, dedi sandığın gibi değil, ‘Öyle deniz sefası yapan cıvıl cıvıl insanlar bekliyorsun sen ama manzara çok farklı’.
Dediğine göre pijamalı, atletli insanlar yaktıkları mangalların etrafında toplaşıyor, güreş tutup, bağrışıyorlar, donla denize giriyorlarmış.
Hatta yazarın biri eleştirecek olmuş da, kantarın topuzunu biraz fazla kaçırınca bir başka yazar tarafından ‘faşist’ diye aşağılanmış ve ‘faşist’ hakaretleri artınca işinden de olmuş.
Sahil yolundan gitme ısrarımı kırmak, lafı değiştirmek için ön koltuktaki bir gazeteyi uzattı ve kapağındaki resmi gösterdi.
‘Türkiye modern bir ülke’, dedi, ‘Sahil yolundaki çirkin manzaralardan etkilenip, hakkımızda yanlış izlenimlere kapılmanı istemem’.
Uzattığı gazetenin birinci sayfasındaki havuz kenarında güneşlenenlerin olduğu fotoğrafı işaret ederek, deniz ve havuz kültüründen uzak olmadıklarını anlatmaya çalıştı.
Fotoğrafa bakınca kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum.
Havuz kenarında mayolarıyla, bikinileriyle güneşlenen gençlerin önünden takım elbiseli, kravatlı, kösele ayakkabılı bir grup geçiyordu.
Havuz kenarında böylesi kıyafetlerle, üstelik ayakkabıyla dolaşmanın da, görgü kurallarını hiçe sayan bir davranış olduğunu söyleyemedim.
Kahkaha krizimi ancak kim olduklarını sorabilecek kadar bastırabildim.
Ama Universiade oyunları sırasında olimpik havuzu gezen bir bakan ve heyeti olduğunu öğrenince kahkahayı koyuverdim.
(Devam edecek)
Kahvesiz kahve neyse içkisiz restoran da o
İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) Kandilli’deki sosyal tesislerinde, içkisiz bir restoran açılmış.
İTO Başkanı Murat Yalçıntaş, tesisteki içkili restoranları kapattığı yönündeki eleştirileri tesiste zaten iki içkili restoran var, üçüncüsünü içkisiz yaptık diye savunmuş.
İlk bakışta geçerli gibi görünen bir savunma.
Öyle ya tesiste üç restoran var. İkisinin içkili, birinin içkisiz olması adil bir çözüm değil mi?
Değil...
İçkili restoranda kimseye zorla içki içirilmez.
Ama içkisiz restoranda her müşteri içki içmekten zorla alıkonulur.
İçkili restoranda herkes ne içeceğine karar vermekte özgürdür.
İçkisiz restoranda ise insanlara despotizm uygulanır.
İçki içmeyen bir İTO üyesi için Kandilli’deki tesislerde gidebileceği üç restoran var.
Buna karşılık yemekte içki içmeyi tercih eden İTO üyesi için gidebileceği restoran seçeneği ikiyle kısıtlanmış.
Yani İTO Başkanı Murat Yalçıntaş, yemekte içki içmeyi tercih eden üyelerini, yararlanabilecekleri restoran sayısını kısıtlayarak cezalandırıyor.
Bakalım daha neler göreceğiz?
Kokteylsiz kokteyl daveti vermeyi, faizsiz bankacılık yapmayı başaranlardan rakısız meyhane, şarapsız şarapevi, içkisiz bar da beklemek hakkımız...
Başımıza da çekilişsiz piyango gibi gelmediler mi?