Güzellik ve dahi cehalet yarışı

Yeni bir cehalet yarışması daha boy göstermeye başlamış ekranlarda. Seyretmedim, alaya alanlardan öğrendim.

Bir takım güzel kızlar, genel kültür alanındaki engin bilgilerini sergilemişler yarışma boyunca.

İçlerinden bir tanesi Semra Özal için, "Ünlü bir sanatçı olması lazım" demiş.

Bir diğeri, Ecevit’in adının Bülent olduğunu bilememiş. DYP’li olduğunu söylemiş.

Beriki, ABD Başkanı’nın fotoğrafına bakıp "Clinton Bush" demiş! Irak’ın başkenti sorusuna "Lübnan" yanıtını vermiş.

Öteki Kenan Evren’in adını Kazım yapmış. Rütbesinin ise onbaşı olduğuna kanaat getirmiş.

İyi, hoş ve aynı zamanda mayhoş da, bu denli alaya alınmalarına anlam veremedim. Türkiye’deki eğitim düzeyi bu işte. Bunda gülünecek, alaya alınacak ne var?

Bir de kalkıp ABD’lilerin cehaletiyle alay etmeyi marifet sananlar var ya, ben asıl onlara gülüyorum. Yarışma programındaki kızlardan farklı bir durumda değiller çünkü.

Programda kızlar masa üzerine çıkıp popo kıvırıyorlarmış. Bunlar da köşelerine çıkıp elaleme burun kıvırıyorlar.

Hepsinin referansı aynı. New York’ta havalimanından şehre inmek üzere bindikleri taksinin şoförü.

Hani neredeyse New York’ta tek bir taksi şoförü var, JFK’de uçaktan inip taksiye binen her Türk buna rastlıyor diyeceğim.

Bu gariban taksi şoförü Türkiye’yi Ortadoğu’da sanıyormuş. Hikayenin versiyonuna göre Asya’da veya Afrika’da sandığını söyleyenler de var.

Gariban taksicinin, gariban Türkiye’nin haritadaki tam yerini bilememesini, bizim taksicilerin ABD’nin Türkiye düşmanı olduğu ezbere bilgisiyle donatılmış olmalarıyla karşılaştırıp hükmü veriyorlar: Amerikalılar cahil kardeşim, eğitim sistemleri rezalet, okulda bunlara hiçbir şey öğretmiyorlar, dünyadan bihaber yaşıyorlar...

İşte ben buna analitik düşünce derim.

Ve ekrandaki güzellerle birlikte, bunlara da şapka çıkartırım.

Gariban taksicileri de dahil her Amerikalı Türkiye’nin haritadaki yerini ezbere bilecek. Türkiye’de bırakın taksiciyi, köşe sahibi olmuş gazete yazarının bile Mozambik’in hangi kıtada olduğunu bilmemesinin önemi yok.

Her Türk asker, her Amerikalı cahil doğar. İtiraz edeni cin çarpar.

İnovasyon mu yenilikçilik mi

Sevgili Gila Benmayor "inovasyon" kelimesini Türkçe kullanmadığı için eleştiren okurlarına kendini savunmuş. "Yenilikçilik" tam olarak "inovasyon"u karşılamıyor diyor. Gila’ya göre "inovasyon" yeni bir fikrin ticari bir değer kazanmasını da kapsıyormuş.

Guru geçinen daha doğrusu guruluktan geçinen bir takım zıpırların uydurması bu yeni tanımın kaynağı.

’İnovasyon’ bir bilimsel buluşa pratik bir kullanım alanı keşfetmek demek. Bu da genellikle para kazandıran bir sonuç doğurur ama "kárlılık", "inovasyon"un sonuçlarındandır, amaçlarından değil.

Belki her "inovasyon" para kazandırabilir ama para kazandıran her yenilik "inovasyon" değildir.

Barut bir buluştur. Barutu tabanca, tüfek, top üretiminde kullanmak yenilikçiliktir. Silah ticareti ise bu yenilikçilikten para kazanmanın bir yoludur. Eminim Gila’nın da "inovasyon"dan kastı silah ticareti değildir. Çünkü eğer gurulardan aktardığı tanımını kabul edecek olursak, silah ticaretine "inovasyon" dememiz gerekir.

Ne o ne bu neo modası

Akbank’ın çıkardığı Neo banka kartı yetmedi şimdi de Doluca tırtıklıyor çıkardığı Neo şarabıyla köşemin adının fiyakasından.

Ne o yani, ne bu neo modası?

Haberiniz olsun köşemin ismini kullananlardan, bundan böyle hava parası almaya başlayacağım.

Doluca’nın Neo’sunu yeni tattım.

Kırk yıllık, pardon tam olarak 38 yıllık Villa Doluca serisini gerek tat, gerek ambalaj olarak yenilerlerken bir de yepyeni bir ürün katmak istemişler bu aileye. Türkiye’nin medarıiftiharı üç ünlü şaraplık üzümü Boğazkere, Kalecik Karası ve Öküzgözü’nü harmanlayarak ürettikleri yeni şaraba Villa Doluca Neo ismini vermişler.

Villa Doluca Neo, kendi fiyat kategorisi içinde çok başarılı bir şarap. Günlük tüketim için iyi bir alternatif, denemesi bedava değil ama pahalı da değil.
Yazarın Tüm Yazıları