Atatürk Olimpiyat Stadı’nı o gece Avrupa’nın en iyi stadı kılan iki faktör vardı. Biri Türk organizasyon, ikincisi Avrupalı seyirci.
Şampiyonlar Ligi final maçını Prag’da otel odasında seyrettim. Maç başlamadan daha iki saat öncesinden itibaren kanallar arasında dolaşmaya başladım. İstanbul ve Atatürk kelimelerini farklı farklı kanallarda belki yüz kere duydum. Final maçının İstanbul’un tanıtımına katkıda bulunduğu kesin. Maç sırasında ekranlara yansıyan görüntüler de, organizasyon becerisinde Avrupalı ülkelerin gerisinde olmadığımızın göstergesiydi.
Buraya kadar hepsi güzel. Ne kadar övünsek azdır.
Organizasyon harikaydı. Stattaki atmosfer de öyle. Peki daha iki hafta önce Türkiye Kupası Finali’nde neden aynı atmosferi yakalayamamıştık? Bugüne kadar oynanan onlarca maça rağmen Atatürk Olimpiyat Stadı’na neden bir ruh katamamıştık? Mükemmel organizasyon kabiliyetimiz, statta şahane bir Avrupa Kupası finali yaşanmasını sağlıyordu da, neden güzel bir Türkiye ligi sezonu yaşatmayı başaramıyordu?
Nedeni Türk futbol seyircisiyle, Avrupalı futbol seyircisi arasındaki fark. Organizasyonda Avrupa’yı yakalamış hatta geçmiş olduğumuzun ama futbol seyircisi olarak çok gerisinde kaldığımızın kanıtıydı bu maç. Üstyapıda iyi, altyapıda kötü olduğumuzun; uzmanlıkta ilerlemiş, kültürde geri kalmışlığımızın ipuçları hep bu maçtaydı.
Seyirciler arasındaki bu fark aynı zamanda Türk futbolunun çağdaş futbol dünyasından geri kalmasının da nedeni. Galatasaray’ın ve Türk Milli Futbol Takımı’nın yakın geçmişte elde ettiği münferit ve tek seferlik başarılara bakıp, kendimizi aldatmayalım. Bu başarılar artık geride kalan bir dönemin sonunda elde edilmiş başarılardı.
Dünya futbolunun kuralları değişti. Eski kurallara göre oynayarak başarılı olmamız olanaksız.
Beğenelim ya da beğenmeyelim, futbol bir endüstri artık. Endüstrileşmesine kızıyor olabilirsiniz, tasvip etmeyebilir, geçmişe özlem duyabilirsiniz. Yaşınız 60’ın üzerinde değilse amatör ruhun hakim olduğu o en eski dönemine tanık olmamışsınızdır gerçi ama ezilmiş kitleleri uyuşturmak için kullanıldığı son dönem de geride kaldı. Futbol bir endüstri artık. Hedef kitlesi düşük kültür ve gelir seviyesindekiler değil. Olamaz da...
Atatürk Olimpiyat Stadı’ndaki Türkiye Kupası finalinin bilet fiyatlarının yüksek olması doğru bir karardı. Türk futbolunun dünya futbolundan geri kalmamasını istiyorsak, statlarımızın tümünü ailelerin rahatça gidebileceği, daha da önemlisi gitmek isteyeceği eğlence komplekslerine dönüştürmemiz gerekiyor. Kulüplerin statlardan en az televizyon kadar gelir elde etmeleri şart. Bugünkü seyirciyle bu geliri yakalamak ve Türk futbolunu bir adım bile ileri götürmek mümkün değil.
Örovizyona Anadolu Ateşi katılsın
Cep telefonundan kısa mesajla oy verilmeye başlanmasından beri, Örovizyon Şarkı Yarışması’na bir haller oldu. Önce Sertab Erener’in o garip İngilizce sözlü hafif göbek havası birinci oldu. Ardından Ukrayna’nın ‘Dağlar Kızı Ceylan’ versiyonu. Geçen iki senenin birincilerini örnek alan ülkeler bu sene toptan dağıttı. Yarışmacıların çoğu sahneye davullarla, halk dansları topluluklarıyla desteklenen garip aksanlı İngilizce şarkılarla katıldı. Sonuncu olması için ardından olmadık kulisler yapılan, tek bir oy almaması için toplu dua ayinleri düzenlenen Gülseren bile şarkısının Sertab Erener’le Ruslana’nın şarkılarının sentezi olması sayesinde büyük puan topladı.
Eh, oylama kuralları değişmezse seneye de aynı tür ilkokul müsameresi tipi gösterilerin başarılı olacağı kesin. Elimizde Anadolu Ateşi gibi bir cevher var. Hem yazık Türkiye’de sahneye ilk çıktıkları yıllarda, sık sık Broadway’de de sahne alacaklarını iddia ediyorlardı. Yarattıkları havayla Türkiye’de bol bol seyirci topladılar ama yıllar geçti nedense Broadway’de hálá sahne alamadılar. Hani Broadway’i, hatta off-Broadway’i, hatta ve hatta off-off-Broadway’i de geçtim, Bronx’ta bir lisenin mezuniyet gecesinde tek bir geceliğine sahne alsalar neyse diyeceğim. Bari Örovizyon’a filan katılsınlar. Birinci olup, göğsümüzü kabartacaklarından eminim.