Eski bir sigara bağımlısı olarak sigaranın esiri olmaya devam edenlere acıyorum.
Beni üzen, seçimlerini meşrulaştırmak için akıllarından, zekalarından verdikleri ödün.
Kendi sağlıklarına zarar veren bir zaafı sona erdirmeye iradeleri yetmediği için mecburen bir savunma mekanizması geliştiriyorlar. Bu savunma mekanizmasına göre sigaranın zararlı etkisi herkes için aynı değil. Yıllarca sigara içmesine rağmen akciğer kanseri olmayan insanlar da var.
Böyle düşünüyorlar ve seçimin kendilerine ait bir hak olduğunu savunuyorlar. Bu noktada kalsalar ben de onlara hak vereceğim. Ama kalmıyorlar. Topluma açık, kapalı yerlerde sigara içmenin de doğal hakları olduğunu savunuyorlar.
Örneğin yazdığı konular bana pek hitap etmese de üslubunu beğendiğim için takip ettiğim Akşam yazarı Yiğit Karaahmet, kapalı yerlerde sigara içilmesinin yasaklanmasını istediğim için beni "Sigara faşisti" ilan etmişti.
Karaahmet, kendisini zehirliyor olmasını meşru kılabilmek için akıl ve mantığın ne kadar dışına çıktığının farkına bile varamayacak hale gelmiş.
"Ben içerken biri rahatsız oluyorsa, bu onun problemi" diyor. Karaahmet’in mantığına göre üç, beş kişi rahatsız oluyor diye toptan yasaklamakmış asıl despotluk.
Sigara içmek uğruna kendi sağlığına zarar vermeyi göze alan birinin, başkalarının sağlığını düşünmesini beklemek safdillik olur, farkındayım.
Kapalı yerde sigara içince başkalarının sağlığına zarar verdiklerini, onların yaşama hakkına saldırdıklarını düşünemiyorlar bile.
Nasıl düşünebilirler ki? O kendine verdiği zararı bile takmayan bağımlının, başkasının sağlığını düşünmesini kim bekleyebilir? Sigara bağımlısı okurlardan zaman zaman gelen mesajlar da aynı mantığı sergiliyorlar.
Örneğin Pınar Çiçek, bir yandan Üsküdar Belediyesi’nin sokakta içki içmeyi yasaklamasını eleştirirken diğer yandan Şişli Belediyesi’nin kapalı yerlere sigara içme yasağı getirmesini övmemi çelişkili bulmuş. Sokakta içki içenler, laf atıyor, taşkınlık yapıyorlar diyor. Sigara içenlerin dumanından rahatsız olanların ise sigara içilmeyen masalarda oturma seçenekleri varmış.
Sevgili Çiçek. Suç başkalarına zarar vermeye başlayınca oluşur. Yani içki içen biri, başkalarına zarar vermediği sürece suçsuzdur.
Öte yandan bir insan başkalarıyla paylaştığı kapalı mekanda sigara içiyorsa, çevresindekilere zarar veriyor demektir. Masaların ayrı olması, sigara içmeyen kişiyi sigara içen saygısız despotun verdiği zarardan korumaz.
Sigara bağımlılarının büyük çoğunluğunun anlamamak için direneceğinden eminim ama yine de yazayım dedim. Kalan sağlar bizimdir.
Kazmalardan Oscar bekliyor
Dondurmam Gaymak filminin yönetmeni Yüksel Aksu Amerikalılar için ’Allah’ın kazması’ demiş.
Filmdeki üstsüz güneşlenme sahnesini gören ABD’liler sözde "Türkiye’de böyle şeyler var mı?" diye soruyorlarmış.
Yönetmen Aksu da bu cahillere tepki göstermiş, "Allah’ın kazma Amerikalısı", demiş, "Bizi Afganistan’ın taşrası mı zannettin! 400 yıllık ülkesin. Benim ülkemin topraklarından M.Ö 8 bin yıllarına ait duvar yazıları çıkıyor"...
Hiçbir ABD’li filmdeki üstsüz sahnesi için böyle bir yorumda bulunmaz. Türkiye için bu çeşit önyargısı olan ABD’li tabii ki vardır ama sayıları çok azdır.
Ama ABD’liler hakkında kazma önyargısına sahip Türklerin sayısı gerçekten de fazla.
Yönetmen Yüksel Aksu’nun da bu ırkçı önyargıya sahip olanlardan biri olduğu anlaşılıyor.
Üstelik Türklerin tarihini de pek bilmediği anlaşılıyor. Övündüğü duvar yazıları Türk kültürüne ait yazılar değil çünkü.
Bilinen en eski Türk yazıtı Orhun Yazıtları. Onun geçmişi de sadece 13 yüzyıllık. Binlerce yıllık dünya tarihinde ABD’den sadece 9 yüzyıl daha eski bir tarih demek bu.
Zeynep Oral’ın ayıbı
Tüm köşe yazarlarını bir olup, acil tepki göstermeye davet ediyorum.
Eleştirme özgürlüğünü kısıtlayan basın yasasını eleştirmezsek yakında köşemizde kendi yazılarımızı yayınlayamaz hale düşeceğiz.
Oray Eğin’in Akşam’daki köşesinin adı "Oray Eğin yazıyor" ama bu köşede ikidir kendisi yazamıyor.
Basın yasasının açıklarından istifade eden başka iki köşe yazarının kendi kendilerine övgüler düzen satırları yayınlanıyor Eğin’in köşesinde iki seferdir.
Önce Oray Eğin’in eleştirisini fırsat bilen Zülfü Livanelli istismar etmişti yasaların kendisine verdiği hakkı. Mahkeme kararıyla Oray Eğin’in köşesinde, kendi kendisinin reklamını yapan bir metni yayınlatmıştı yasa zoruyla.
Ardından Zeynep Oral’ın reklam metni geldikuruldu, Eğin’in köşesine mahkeme kararıyla.
Yazı "Tekzip" başlığını taşıyordu ama sonunda "metne hiçbir ekleme ve metin üzerinde yorum yapmaksızın, aynen yayınlanmasını" ibaresini taşıyan koca methiye metninde, tek bir yalanlama vardı.
Oray Eğin eleştirisinde, Zeynep Oral için "İşsiz kaldığı beş yıl boyunca..." demiş. Meğer beş, değil üç yıl işsiz kalmış Zeynep Oral.
Tekzip metnindeki tek tekzip bu. Gerisi, Eğin yazılarımda tek malzememin falanca olduğunu söylemiş halbuki ben filanca da yazdım; Eğin sesi olmayanları ses sanatçısı diye övdüğümü yazmış, benim övdüklerimin sesleri güzeldi; Eğin Anadolu’dan çıkma kimseye yüz vermediğimi söylemiş, ben daha o doğmadan önce Anadolu’da fink atıyordum, gibilerinden şahsi değerlendirmelerden oluşuyor.
Üstelik Zülfü Livaneli’nin de, Zeynep Oral’ın da cevap vermek için kendi köşeleri var.
Eleştirideki varsa maddi yanlışları, yalanları tekziple düzelttirip, cevabın fikre dayalı kısmını vermek için neden kendi köşelerini kullanmıyorlar? Neden başkasının köşesini kullanma ihtiyacı duyuyorlar?
Kendi köşelerinin yeterince okunmadığını, etkili olmadığını mı düşünüyorlar?
Oray Eğin’in eleştirileri ağır olabilir. Hak vermek zorunda değilsiniz.
Oray Eğin’i seviyor veya sevmiyor olabilirsiniz. Gıcık buluyor bile olabilirsiniz.
Ama eğer köşelerimizde eleştiri yapamaz hale gelmek istemiyorsak, köşelerin "tekzip metni" adı altında kendi kendini övmek için kullanılmasına tepki göstermemiz gerekiyor.