Yok camiye 100 metre, yok okula bilmem kaç metre uzaklıkta diye kafelere, restoranlara içki ruhsatı vermeyi engelleyen çağdışı uygulamaya son vermenin zamanı geldi artık.
Sanki camiden çıkan bara koşacakmış, okuldan çıkan öğrenci 100 metreden uzak olan içkili kafeye gidemeyecekmiş gibi hangi akla hizmet ettiği belli olmayan bir kanun...
İçki ruhsatı eskiden emniyet müdürlüklerince veriliyordu. AKP hükümeti geldi, ruhsat verme yetkisini emniyet müdürlüklerinden alıp belediyelere verdi, işler daha da keyfileşti.
AKP’li belediyeler alkol düşmanlığını, alkollü restoranları şehir dışına sürmeye kadar vardırdılar.
Geçen hafta Ertuğrul Özkök de yazmıştı. Belediyeler kendi ellerindeki sosyal tesislerde de içki yasağı koymaları yetmiyormuş gibi içki yasağını tesisin kapısına astıkları pankartlarla cümle aleme duyurarak siyasi propaganda malzemesi yapıyorlarmış.
Birkaç hafta önce Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in ‘Ayvansaray’dan 10 Prag çıkar’ iddiasını eleştiren bir yazı yazmıştım.
Bırakın Ayvansaray’ı, İstanbul’un tümünden çeyrek Prag çıkmaz, demiştim. Tarihi eser zenginliği açısından Prag’dan üstün olmamızın, turist çekme açısından Prag’ı geçmemizin garantisi olmadığını anlatmaya çalışmıştım.
Fatih Belediye Başkanı, yazımın yayınlandığı gün aradı. Ayvansaray’ı turist merkezi yapmaya yönelik projesini, bölgedeki tarihi eserlerin zenginliğini anlattı.
Bunlara karşı olmadığımı, projesini sonuna kadar desteklediğimi aktardım. Ama turistin amacının sadece tarihi eser görmek olduğunu varsayan bir projenin, eksik bir proje olacağını söyledim.
Turistin tarihi eserler arasında dolaşırken bir sokak kafesinde mola verip birasını yudumlamak isteyeceğini, öğlen bir restorana girip yemeğinin yanında şarap arayacağını, akşam oteline dönmeden önce bir barda duraklayıp bir, iki kadeh içkiyle yorgunluk atma peşinde olacağını anlatmaya çalıştım.
Turistik güzergah üzerinde bu gibi yerlere de izin vereceklerini ama her yerde de buna müsaade edemeyeceklerini söyledi. Bence yeterli değil.
İçki ruhsatı almak isteyenlerin karşısına çıkartılan zorluklara sadece turistik güzergahlar üzerindeki belli noktalarda değil, tüm İstanbul’da, tüm Türkiye’de son vermeliyiz.
Küçük bir kesime hakim olan içki içen her insana potansiyel ırz düşmanı, potansiyel kavgacı, potansiyel tacizci gözüyle bakma zihniyetini, artık terk etmek zorundayız.
İçki içmesini bilmeyenlere benim de tahammülüm yok. Ama bunlarla savaşmanın yolu içki düşmanlığı yapmak değil.
Her içki içenipotansiyel ırz düşmanı görmek yerine, içkili otomobil kullananları potansiyel katil olarak görüp, çok daha iyi denetlemek; işlenen suçlarda içkiyi hafifletici sebep olmaktan çıkartıp, ağırlaştırıcı sebep saymak, içki magandalarıyla savaşmak için çok daha etkili ve medeni bir yol.
Gol kralından başka kral istemiyoruz
Başka hangi kulüp olsa, Galatasaray’ın başındaki beceriksiz ve beceriksizliği kadar da pişkin bir yönetimle geçirdiği üç yılın ardından ayakta kalamazdı.
Daha önce başka takımlarda bolca şahit olmuştuk. Taraftarları başarısız buldukları yönetimlerini kulüp binasını taşlamaya kadar giden taşkınlıklarla protesto etmişlerdi.
GS taraftarı ise, kulübe onarılması çok zor yaralar veren yönetimini, maçın başında birkaç dakikalık alkışla protesto ediyor.
Demokrasi tarihinin iki önemli ekolü vardır. Fransız örneğinde halktan gelen sesleri dinlemeyen krallık halk tarafından zorla tahtından indirilmiştir. İngiltere örneğinde ise halkın sesine kulak veren krallık, halkın taleplerini bir bir kendi elleriyle vermiş, saygınlığını bu sayede koruyabilmiş, geleneklerini devam ettirebilmiştir.
Galatasaraylı taraftar şimdi de, zarif protestosuna gözlerini yuman yönetime, birkaç maçtır açtığı bir pankartla ulaşmaya çalışıyor; ‘Galatasaray halktır, Galatasaray halkındır...’
Bir önceki pankartın ‘İstifa da bir hizmettir’ olması, gidişatın Fransa örneğine doğru kaydığını gösteriyor. Ama ne yazık ki bunu bir tek yönetim görmüyor.